Dayanışmayı Yükselt, Krizi Derinleştir / Ceren Çoban

Faşist saray iktidarı mali-ekonomik kriz girdabında. 2018 Eylül’ünden itibaren gördüklerimiz yalnızca fragmandı. TÜİK’in açıkladığı veriler dahi Türkiye ekonomisinin resesyona girdiğini gizleyemiyor. 2019, Türkiye’de krizin derinleşeceği bir yıl. Diktatör işgalle, savaşla ve baskıyla krizin sermayeyi etkilemesini önlemeye, krizden çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Fakat yüzeye çıkmak için attığı her kulaç onu daha hızlı dibe batırıyor.

 

Aralık başlarında, “Biz hem göstericilerin yarattığı kaosa, hem de onlara uygulanan orantısız şiddete karşıyız. Ama görüyoruz ki, Avrupa demokrasi dersinden sınıfta kalmıştır” diyerek, Fransa’ya demokrasi dersi vermeye soyunan diktatör, Sarı Yelekliler isyanının ilerleyen günlerinde oldukça endişelenmişti. Sebebi malumunuz: Krizi yaratanlara karşı, krizin bedelini ödetmeye çalıştıkları işçilerin, emekçilerin isyanı Türkiye ve Kürdistan topraklarında da mayalanıyor. İzmir’de insanca yaşamı karşılayacak ücret talebiyle greve çıkan Süperpak işçilerini, Karaman ve Antep’ten de Süperpak işçileri takip etti. Sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan Tariş işçileri ise yarının yeni grev ve mücadelelere gebe olduğuna inanıyor ve bunu şöyle dile getiriyor: “İnsanların alım güçleri düşük ve ülkede enflasyon her geçen gün artıyor. Bu toplum eninde sonunda ekonomik kriz nedeniyle patlayacak. Herkes sokaklara çıkıp hak ve hukuk arayışına girecek. İşçi sınıfı ne zaman ekonominin gerisinde kalırsa, o zaman daha sıkı mücadeleye başlayacak.”

Gripin’de kazanımla sonuçlanan grev, Mamak TOKİ, Flormar, İzban derken, grevler yaygınlaşıyor. 3. havalimanı işçilerini hızla “terörist” ilan edip tutuklamalarla bastırmaya çalışan diktatörün korkusunu artıran bir diğer nokta ise, AKP tabanının ağırlıkta olduğu Sakarya’da Tank-Palet işçilerinin özelleştirme karşısında eyleme geçmiş olmaları. Ve onlar bakımından daha da vahimi, Tank-Palet işçilerine ilk desteğin yine kendi tabanlarının geniş olduğu Kayseri’den gelmesi. AKP’nin kitle tabanını oluşturan işçilerin, emekçilerin isyanı, yoksulluk-açlık gerçeğinde yükselişte.

İşçileşen Gençlik Ve Büyüyen İşsizler Ordusu

“Sosyal devlet” olgusunun yıkıldığı, her şeyin özelleştirmelerle sermaye yatırım alanı haline getirildiği ve kapitalizmin aşırı birikiminin geldiği noktada, böylesine derin krizler şaşırtıcı değildir. Ezilenlere yalnızca yoksulluk-açlık vaadinde bulunan kapitalizmin gençliğe sunduklarına baktığımızda, geçmişten gelen bir slogan, “Öğrenciliğin sonu yoksulluktur” güncelliğini koruyor. Dün üniversite mezunu olanlar ebeveynlerinden daha iyi yaşam koşullarına kavuşma hayali kurabiliyorken, bugün işsizlik-kölelik bir ön kabul oluyor. TÜİK’in gerçek işsizlik oranlarını saklama çabalarıyla sunduğu raporlar dahi gençliğin seçeneksizliğini gözler önüne seriyor.

 

 

Kaynak: TÜİK Temmuz 2018 İşgücü Araştırması’ndan yararlanılarak DİSK-AR tarafından hazırlandı.

TÜİK tarafından kullanılan dar tanımlı işsizlik kategorisine göre, son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki kişiler işsiz kabul ediliyor. Gerçek verileri gizleyen bu hesaplama yöntemine rağmen, genç işsizlik oranı yüzde 19,9’a ulaşmışken, genç kadın işsizliği ise yüzde 25,6’da görünüyor. Krizin büyümesiyle kadınların işsizlik oranı da artarken, gençlik için iş bulmak adeta hayal oluyor. 1 milyon 30 bin genç, kayıtlara üniversite mezunu işsiz olarak geçti.

Özellikle kriz dönemlerinde işsizlik-geleceksizlik gerçeği gençliğin hayatında daha çok yer etmeye başlar. Bunun çeşitli nedenlerini sayabiliriz. Kapitalizm sermayenin tekelleşerek zenginleşmesi ve ara sınıfların eriyerek proleterlerin yanında yerini almasıyla ilerlerken, can çekişen küçük burjuvanın çocuğunun işçi sınıfı saflarına katılması kaçınılmazdır. Küresel olarak kapitalizmin içerisinden çıkamadığı kriz demek, yeni yatırımların önünün kesilmesi, işten atmalar, işçi alımlarının durması demek olduğuna göre, tıpkı şimdi Türkiye’de olduğu gibi, krizlerde genç işsizlik giderek tırmanır. Çünkü deneyimsiz genç, tercih edilen bir işçi olmaz. Kısa dönemli çalıştığı için işten çıkarılması tazminat sorununu doğurmaz. Bir genç için emeğinin amansızca sömürülmesi ya da işsizler ordusunun bir ferdi olmak dışında seçenek kalmaz. Bundan dolayıdır ki, halk gençliği ile işçi sınıfı arasında bir kader ortaklığı vardır.

İşçi sınıfı ve gençlik hareketinin bu kader ortaklığını gördüğü, birleşik mücadelelerle tarihin akışına yön verdiği dönemler olmuştur. Bugün içinden geçtiğimiz süreç, şüphesiz tarihin akışına yeniden müdahale etmeyi zorunlu kılıyor. Burada özellikle aydın karakteri ve harekete geçme potansiyeli nedeniyle öğrenci gençlik akla geliyor. Fakat, geleceksizlik gerçeğini görse de, öğrenci gençliğin de diktatörün toplumsal mücadele dinamiklerini geriletme saldırılarından payına düşenlerle etkilendiğini dikkate almalıyız. Oysa emekçi sol cephede politik silkiniş için devrimci gençlik hareketine ve özelde sosyalist gençliğe büyük bir rol düşüyor. Bu bakımdan geçmişin deneyimleri, sosyalist gençliğe oldukça geniş bir birikim sunuyor.

‘68’e Giderken

Burjuvazi tarafından salt bireysel özgürlük arayışının başkaldırısı gibi sunulan, “marjinal” gençlerin eylemleri olarak gösterilmek istenen ‘68’i yaratan dinamikler, gerek emperyalist savaş karşıtlarının, gerekse geleceksizlik kaygısı taşıyan gençliğin ve insanca bir yaşam isteyen işçi sınıfının isyanlarıdır. 1960’lar, bir emperyalist paylaşım savaşını takiben kurulmuş ve bir diğerini atlatmış Türkiye’de, kapitalizmin inşasının sürdüğü yıllardır. Demokrat Parti’nin 1946 ve ‘50 seçimlerinde öncelikli vaatlerinden biri, grev hakkının tanınacağıdır. DP’nin programında da işçilere grev hakkının tanınacağı yazılıdır, fakat “grevin genel ekonomik düzeni bozmayacak biçimde yapılması”nın altı çizilir. Sendikalar, DP iktidarı dönemi boyunca meclis görüşmelerine, DP’nin hazırladığı taslaklara bel bağlamış, “hukuki yollardan grev hakkımızı arayacağız”ın ötesine geçememiştir.

Ekonomik-siyasi krize “çözüm” gibi sunulmak istenen 1960 darbesi, ilk andan işçilere umut dağıtmaya girişmiş, grev ve toplusözleşme gibi haklar anayasada zikredilmiş, fakat buna uygun hiçbir yasal düzenleme yapılmamıştır. Bu çelişkinin ardından, Türkiye işçi sınıfı tarih sahnesindeki yerini daha etkili almaya başlamıştır. 10 grev, 6 oturma eylemi, 7 sakal bırakma eylemi, 12 sessiz yürüyüş, 5 miting ve gösteri gerçekleştirilmiştir. 5 bine yakın Sümerbank işçisinin yalınayak yürüyüşü (25 Kasım 1961), Saraçhane mitingi (31 Aralık 1961), 5 bine yakın işsizin Ulus Meydanı’ndan TBMM’ye yürüyüşü ve polisle çatışması (Açların Yürüyüşü, 3 Mayıs 1962), Yapı-İş Sendikası’nın Zonguldak-Ereğli’de düzenlediği miting ve işten atmalara karşı protestolar (12-13 Ağustos 1962) ve Kavel Direnişi (Ocak 1963) dönemin öne çıkan eylemleridir.

31 Aralık 1961 günü gerçekleşen Saraçhane mitinginde işçiler, “Şartsız grev istiyoruz! Lütuf değil hak istiyoruz! Grevsiz sendika silahsız askere benzer! Grevi suç sayan zihniyet suçludur! Patronlar Kadillaklı, işçiler yalın ayaklı!” sloganları ile yürür. Ekonomik taleplerin siyasal bir bilinçle dile getirilmesinde, miting her ne kadar İİSB’nin (İstanbul İşçi Sendikaları Birliği) mitingi olsa da, işçi sınıfının siyasallaşmasında somut bir rolü olan TİP’in özel etkisi vardır. Saraçhane mitingi, Türkiye işçi sınıfı için tarihsel bir önem taşımakla birlikte, o dönem kemalizmin hegemonyası altında olan gençlik için de önemlidir. Gençlik örgütlenmesine bakıldığında ilk akla gelen ve “Gençleri ulusal bir ülkü etrafında toplama” amacıyla kurulan Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, grev hakkı gibi konuların gençliğin de gündemi olması gerektiğini, “işverenin yaptıklarının hem gençliğin hem memleketin kaybına yol açtığını” dile getirir. TMGT yayınladığı bir bildiriyle, Saraçhane mitingini desteklediğini duyurur.

‘61 anayasasıyla kağıda geçen fakat sürekli ötelenen grev hakkı, “hak verilmez, alınır” sözünü doğrulayan bir pratik sonuçla, Kavel direnişinde kazanılır. İkramiyeleri verilmeyen Kavel işçileri, dönemin Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler ile yapılan görüşmenin ardından, grevden başka yolları kalmadığını görerek greve çıkar. Bir yandan fabrika içerisinde ikramiye hakkı için patrona karşı greve çıkan işçiler, diğer yandan grev hakkını vermeyen devlete karşı direnirler. 5 günlük oturma eylemiyle başlayan direnişin ardından polis saldırısı ve tutuklamalar gelse de, Kavel işçileri geri adım atmazlar. Vehbi Koç’a ait Kavel’de greve çıkan işçilerle, yine Vehbi Koç’a ait General Electric fabrikasında çalışan işçiler dayanışma içinde olurlar. Keza Demirdöküm’de çalışan 800 işçi, Kavel işçilerine destek olmak için yardım kampanyası başlatır ve sakal bırakma eylemi yapar. Tersane işçileri ve karayolları işçileri de grev sırasında Kavel işçilerinin direnişine destek verirler. Sonuç, Kavel işçilerinin ve topyekün işçi sınıfının kazanımı, grev hakkının sökülüp alınmasıdır.

Grev yasalarındaki değişimin ardından grevler sürer. Petrol-İş Sendikası’nın gerçekleştirdiği ilk grev ve aynı zamanda bir kadın grevi olarak tarihe kaydedilen 1964 Berec grevinde, öğrenci-işçi dayanışmasının günümüze kadar süregelen örneklerinden biri sergilenir. Yılbaşı gecesinde TMGT ve TMTF başkanları, grev çadırının bulunduğu fabrika önüne gelerek işçilerle dayanışma içerisinde yeni yılı karşılar.

Gençlik Hareketinde Sosyalizm Rüzgarları

1965 yılına gelindiğinde, işçi sınıfının gelişen mücadelesi ile öğrenci gençlik hareketinin buluşma araç ve biçimleri de zenginleşir. TİP, bütün sınırlılığıyla birlikte, ilerici-demokrat-devrimci kesimlerin ilgi odağı haline gelmiştir. TİP’in seçimlerde 15 milletvekiliyle meclise girişi de solun yükselişini göstermektedir. Bu yıllarda, işçi sınıfının taleplerine yanıt olamayan sendikaların karşısında DİSK, gençliğin arayışına yanıt olarak ise üniversitelerdeki Fikir Kulüplerinin birleşmesiyle Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) kurulur. FKF’nin ilk sokak eylemlerinden birinin, 17 Mart 1965 tarihinde, Kozlu grevindeki madencilerle dayanışmak ve jandarma tarafından iki madencinin katledilmesini protesto etmek için yapılan eylem olması tesadüf değildir. Yine devrimci gençlik hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş’in ilk gözaltısını yaşadığı eyleme baktığımızda, öğrenci-işçi dayanışması gerçeğini bir kez daha yakından görürüz. Kimilerimizin Hatırla Sevgili dizisinden hatırladığı bu gözaltı olayı, Çorum Belediyesi’nde çalışan 54 işçinin işten atılmasıyla başlayan uzun soluklu yürüyüşte gerçekleşir. Çorum’dan Ankara’ya yapılan yürüyüş, Danıştay kararına rağmen belediyenin işçileri işe geri almaması nedeniyle, İstanbul’a kadar uzar. Ankara’dan sonra İstanbul’a yalınayak devam edilen yürüyüş, yalnızca Adalet Partili belediyeye karşı değil, aynı zamanda işçilerin yanında olmayan, patron yanlısı sendika Türk-İş’e karşı da bir eyleme dönüşür. Öğrenci gençliğin bu eylemden öğrendikleri, 1967’de özel yüksekokullara karşı İTÜ Öğrenci Birliği’nin öncülüğünde mühendislik bölümü öğrencilerinin örgütlediği, İstanbul’dan Ankara’ya uzanan ve büyük bir mitingle sonlanan yürüyüşte kendini gösterir.

147 akademisyenin üniversiteden ihracı, üniversite özerkliğinin tanınacağı söylenirken atılan bu adım, hem demokrat aydın kesimlerce hem de öğrenci gençlik tarafından tepkiyle karşılanır. Fakat iktidarı en çok köşeye sıkıştıran ve arka arkaya kazanımlar elde eden güç işçi sınıfıdır. Bu bakımdan ‘68’in, şekillenmesinde öğrenci gençliğin özel bir yer tuttuğu, çeşitli toplumsal kesimlerin isyanlarının harmanlandığı, işçi sınıfı mücadelesinin de sıçrama yaptığı bir başkaldırı dalgası olduğunu vurgulamalıyız. 1960’lar, tüm dünyada halkların, ezilenlerin antiemperyalist bir çizgide buluşmasına sahne olmuştur. Çin devriminin enternasyonal rüzgarından, Vietnam ve Küba devrimlerinden bunu görebiliriz. Türkiye’de DP ve devamcısı AP iktidarları döneminde artan ABD bağımlısı ekonomi programları karşısında, işçi sınıfı ve başta öğrenci gençlik olmak üzere çeşitli kesimlerde yükselen tepki, bir toplumsal-siyasal değişim isteğine tekabül eder. 1968 dünyası, ABD’nin Vietnam’ı işgali karşısında güçlenen antiemperyalist mücadele hattını, kadın özgürlük mücadelesinin yeni atılımlarını, özerk üniversite talebiyle üniversitelerde işgaller gerçekleştiren öğrenci gençlik hareketini ve milyonlarca işçinin katıldığı grevleri barındırır. Fransa’da öğrenciler emperyalist kapitalizme karşı sokağa çıkıyorken, aynı yaşlardaki genç işçiler “grev bile yapamayan öğrenciler devleti bu kadar ürkütüyorsa, biz de geri adım attırabiliriz” diyerek grev örgütlemektedir. İtalya’da, İspanya’da, Japonya’da öğrenciler, Vietnam savaşı karşıtı eylemler gerçekleştirmektedir. Türkiye’den öğrenci gençlik ile işçi sınıfının buluştuğu kimi somut mücadele örnekleri ise öğreticiliğini korumaktadır:

1967’de gerçekleşen grevin Singer grevinin ABD’li bir şirkete karşı yapılıyor olması, antiemperyalist akımların etkisinde olan gençliğin yüzünü hızla bu greve dönmesini sağlamıştır. Türk-İş’in patron sendikacılığı yaparak sahip çıkmadığı grevde, TMGT ve FKF etkin rol alır. Kadıköy Singer mağazası önünde Singer marka bir dikiş makinesinin maketini yakma eylemi gerçekleştiren gençler, ayrıca grevdeki işçilerle birlikte bir broşür çıkarırlar. “Singer Malları Ardındaki Oyun” ismiyle hazırlanan ve İTÜ Talebe Birliği’nin maddi desteği sayesinde bastırılan broşürde, Singer’in teşhiri yapılır. İTÜTB’nin yanı sıra, ODTÜTB, TMTF, İYTÖTB, İTÜTÖÖB gibi öğrenci örgütlerinin broşürde imzaları vardır. Bu mücadele sonucu Singer indirime gitmek zorunda kalır. Ayrıca o dönem öğrenci dernekleri, farklı konularda yaptıkları etkinliklerde de Singer grevini gündeme getirmişlerdir. Örneğin, İTÜ öğrencilerinin Kıbrıs konusunda düzenledikleri bir açık oturumda “Singer Grevinde 134. Gün” afişi asarken gözaltına alınan öğrenciler olur. Singer grevinde gelişen dayanışma, 1969’a geldiğimizde, bu kez 6. Filo karşıtı eylemlerden tarihe Kanlı Pazar olarak geçen “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”nde, öğrencilerin taşıdığı bir pankart olarak karşımıza çıkar: “Amerika Seni Vietnam’da Duyduk, Singer’de Bildik”.

Dünyada gelişen mücadelelerden ve öğrenci hareketinin militanlığından beslenen işçi sınıfı bu dönemde birçok işyeri işgaline imza atar. Örneğin, 1968’de Derby Lastik Fabrikası işçilerinden DİSK üyesi olanlar, yapılan toplusözleşmeyi kabul etmeyerek fabrikayı işgal ederler. Kazanım sonucunda, Çamaltı, Tuzla, Singer, Demirdöküm gibi birçok fabrikada işgaller yaygınlaşır. FKF’nin Ocak 1969 raporu incelendiğinde, öğrenci gençliğin bu işgallerle yakın ilişki kurduğu görülür. İşgalleri izlemek için komiteler kuran FKF, Magirus işgalinin ardından 1500’ü aşkın işçiyle İşçi Fikir Kulübü oluşturur. FKF’nin Dev-Genç ismini aldığı olağanüstü kurultayın ardından, Dev-Genç tüzüğüne dünden farklı olarak, sosyalist işçi ve köylülerin kurduğu derneklerin de federasyona katılabileceği maddesi eklenir.

Gençlik örgütleri 24-30 Aralık 1968’i, “Montaj Sanayii ve Ortak Pazara Hayır” haftası ilan ederler. Türkiye’de bir yandan ucuz işgücü sömürülürken, diğer yandan Türkiye’nin emperyalistler için bir açık pazara dönüştürülmesine karşı üniversitelerde etkinlikler, eylemler yapılır. İTÜ bahçesinde bir Truva Atı yakan öğrenciler, “Yoksa bizim kara gözümüz için değil, işçiyi ucuza çalıştırıp, Türkiye’yi pazar yapıp bizi soymak için geliyorlar. Onlar ortak, biz pazar!” yazılı bildirileri bütün hafta üniversitelerde dağıtırlar. Ardından, İzmit’ten İstanbul’a bir yürüyüş gerçekleştirilir. Yürüyüş boyunca sanayi tesisleri önünde sloganlar atılır, bildiriler dağıtılır ve öğrencilerle işçiler emperyalizm üzerine tartışmalar yapar.

15-16 Haziran’da, iktidarın Türk-İş’ten DİSK’e doğru akan işçi sınıfının önünü kesmek ve DİSK’i etkisiz kılmak için hazırladığı yasaya karşı ayaklanan işçi sınıfı, devrimci hareketin tarihine büyük bir miras bırakmıştır. Daha sonraki yıllarda, Dev-Genç’in kapatılması ardından hazırlanan iddianamelerde, Dev-Genç İstanbul Bölge Yürütmesi’nin eylemi yönlendirdiği ve yönettiği yazılır. Ayaklanmanın ardından tutuklanan isimlerin arasında birçok devrimci öğrenci de bulunmaktadır. Devletin antikomünist propagandayla Dev-Genç’in ayaklanmadaki fiili rolünü abarttığını düşünsek bile, ayaklanmanın kimi anlarında devrimci öğrencilerin militan duruşlarının sürükleyici ve yön verici olduğuna şüphe yoktur.

1970’lerin ikinci yarısına geldiğimizde, Türkiye’de sermayenin grev ve boykotlarla sarsıldığını görürüz. Fakat önceki dönemde olduğu gibi öğrenci gençliğin kitlesel biçimde ve kendi kimliğiyle sınıfla buluştuğu örnekler bu dönemde öne çıkmaz. Öğrencilerin okulu bırakarak fabrikalarda çalışmaya başladıkları, birer işçi sınıfı kadrosu olarak yetiştikleri örnekler daha ön plandadır. Öğrenci gençlikten fabrikalara gelen o devrimci kadroların, işçi hareketinin yükseldiği kimi anlarda harekete önderlik eden isimler olduğunu da not düşmeliyiz.

Ekonomi programı aslında 24 Ocak’ta açıklanan 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile işçi sınıfının kazanımlarında büyük bir geriye düşüş yaşanmıştır. Fakat, sendikacıların “Bu yasalarla grev yapılmaz” dediği bir dönemde, NETAŞ işçileri bu karanlığı yırtmıştır. Toplusözleşme sürecindeki anlaşmazlıklarla başlayan ve 3000’i aşkın işçiyi kapsayan NETAŞ grevi, örgütleniş biçimiyle de oldukça öğreticidir. 93 gün süren grevde, amacın yalnızca ekonomik talepler olmadığını da vurgulamalıyız. İşçiler, ‘80 darbesi ile birlikte kaybettikleri demokratik haklarını, başta da grev hakkını elde etmek istemişlerdir. NETAŞ işçileri sendikalarıyla hazırladıkları toplusözleşmede ısrarcı olmak için hazırlık komiteleri kurmuş, hiçbir işçi başka bir işe gidip çalışmamış ve her işçi dayanışma ilişkileriyle geçimini sürdürmüştür. Ayrıca NETAŞ işçileri, taleplerinin tek bir fabrikada o greve katılanların talepleriyle sınırlı olmadığını, tüm emekçiler ve ezilenler üzerindeki darbe karanlığını hep birlikte yırtıp atmak gerektiğini görmüş ve grevle dayanışmayı mümkün olduğunca geniş kesimlere yaymışlardır. Başka fabrikalara, emekçilerin yaşadığı semtlere, öğrencilere giderek yardım toplamış, “NETAŞ işçileri için bir saatini ver” diyerek dayanışma grevleri örgütlemişlerdir. Bahar Eylemleri’nde öğrenci gençliğin doğrudan özneleşmesinde, işçi hareketine kitlesel katılımında NETAŞ’ın öğrettiklerinin büyük payı vardır.

Bahar Eylemleri’nin ardından, 1990’larda faşist devletin gözaltı, işkence, tutuklama, infaz saldırıları ile geçen yıllara tanık oluruz. Kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklerin topyekün saldırıya uğradığı bu yıllar, aynı zamanda toplumsal mücadelenin farklı dinamiklerinin de yükselişte olduğu yıllardır. Öğrenci gençlik hareketi, özellikle YÖK’e ve harç zamlarına karşı sokaktadır. Komünist gençliğin öncü politik duruş sergilediği bu dönemde, yükseköğrenim gençliği harç zamlarına karşı kazanımlar elde etmiş, Kürt ulusal özgürlük hareketinde yükseliş, Gazi ayaklanması, ‘96 ölüm orucu zaferi ve kadın özgürlük mücadelesinde etkili çıkışlar yaşanmış olmasına rağmen, öğrenci gençlik ve işçi sınıfının mücadele ortaklığı bakımından özgün örnekler öne çıkmamıştır.

İşçileşen Öğrenci Gençliğin Arayışında Bir Soluk: Genç-Sen

2003 yılı, sosyalist gençliğin, devrimci-demokratik gençlik hareketinin gelişim sorunlarına dair yaptığı tartışmalardan pratik sonuçlar çıkardığı bir yıldır. Öğrenci gençliğin kendi akademik gündemlerine sıkışıp kalmaması, toplumsal mücadelelerin militan öncü gücü haline gelmesi, sosyalist aydınlanmasının ve örgütlenmesinin geliştirilmesi ihtiyacı, Sosyalist Gençlik Dernekleri’nin kuruluşunu getirir. SGD’lerin 2006 yılında federasyonlaşmasıyla kurulan SGDF, gençliği özgürlük ve sosyalizm için mücadeleyle buluşturmaya, onun faşizme, emperyalizme,  sömürgeciliğe, şovenizme ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelesini yükseltmeye odaklanır. Bu kapsamda SGDF, nerede işçi grevi veya direnişi varsa, orada yerini alır. Düzenli olarak grev ziyaretleri ve dayanışma pratikleri örgütlenir. Sosyalist gençlik, bu perspektifte, gençlik örgütlenmelerinin mümkün olan en kapsayıcı biçimde bir araya gelebilecekleri örgütsel araç arayışını da sürdürür.

Giderek daha fazla işçileşen öğrenci gençliğin sorunlarını akademik-demokratik mücadeleyle iç içe ele alan Genç-Sen deneyimi özel bir önem taşımaktadır. Genç-Sen çalışması dar grupçuluk hastalığına kapılan siyasi yapıların eliyle başarısızlıkla sonuçlansa da, gençliğin değişime uğrayan sınıfsal pozisyonundan özneleşme arayışıyla buluşma çabasının değerini eksiltmez bu. 2006 yazında “Yolunda gitmeyen bir şeyler var” diyerek yola çıkan kimi gençlik örgütleri, 2007 yılında Genç-Sen Girişimi ismiyle sendikalaşmaya adım atarlar. Türkiye’de ilk öğrenci sendikası olan Genç-Sen, özerk-demokratik üniversite, yönetimde söz hakkı, soruşturma saldırıları, sınavsız-parasız eğitim, gençliğin barınma-ulaşım-işsizlik sorunları temelinde ve öğrenci gençliğin ucuz işgücü olarak sömürülmesine karşı mücadele etme misyonunu yüklenir. Öğrenci gençliğin sınıfsal yapısında meydana gelen değişim koşullarında, yani eğitim hakkının piyasalaştırılması ve paralı eğitime geçiş, diplomalı işsizliğin yayılması, eşitsizliğin had safhaya varması ve yoksulların giderek daha da yoksullaşması, küçük burjuvazinin erimesi ve yükseköğrenimin sınıf atlama imkanı sunmaz hale gelmesi şartlarında, özellikle okurken çalışmak zorunda kalan öğrenci gençliğin sendikasının olması, en geniş öğrenci kitlelerini örgütlülükle tanıştırmak bakımından önem taşımaktadır.

Ekonomik-akademik taleplerle mücadele örgütlemeye yönelen Genç-Sen çalışmasının oluşum dönemlerinde, yani 2008 yılında, Tuzla tersanelerinde gerçekleşen iş cinayetlerine karşı Limter-İş Sendikası eyleme koyulur. Tersanelerde dokuz ayda 18 işçi ölümünün ardından, işçiler iki günlük greve giderler. Boğaziçi, ODTÜ, Koç, Sabancı, Marmara gibi çeşitli üniversitelerden öğrenciler, “Utanıyoruz, bu metin kaleme alınırken Tuzla tersanelerinde bir işçi daha öldü. Utanıyoruz, Tuzla’da onlarca işçi ölürken yapmadıklarımız için” cümleleriyle başlayan bir bildiri yayınlarlar. 14-19 Nisan arasındaki haftayı emek haftası ilan eden üniversiteliler, Tuzla hakkında bir panelle başlayan haftayı, Tuzla tersanelerine yürüyüşle noktalarlar. Tuzla’yı neoliberalizmin ulaştığı çirkinliğin göstergesi olarak tarifleyen öğrenci gençlik, “Hepimizin geleceği Tuzla’dadır” diyerek, ortak düşmana karşı öğrenci gençliğin işçi sınıfıyla giderek daha da yakınlaşan savaşımını vurgular. Bu bağın kurulmasında etkili olan Genç-Sen, bir ay sonrasında yine Boğaziçi Üniversitesi’nde yükseköğrenim gençliğinin sorunları etrafında gerçekleştirdiği Üniversiteler Sosyal Forumu’nda, tersanelerden grevci işçilerin katıldığı “Tersane Direnişi” gündemli paneller ve kampüs içinde Tuzla işçileriyle dayanışma yürüyüşleri düzenleyerek, işçi sınıfıyla dayanışma örneklerini devam ettirir.

Tuzla işçi direnişi ile öğrenci gençlik hareketinin buluşmasında özel bir rolü olan isim, Kobanê savunmasında ölümsüzleşerek ezilenlerin belleğinde Paramaz Kızılbaş olarak onurlu yerini alacak olan, o dönem Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olan Suphi Nejat Ağırnaslı’dır. Üniversitede tez konusu olarak Tuzla’yı ele almış, “‘Esnek’ Kapitalizmi Yeniden Düşünmek: Tuzla/İstanbul Tersaneleri Vakası Üzerinden Türkiye’de ‘Esnek’ Kapitalizmin Oluşumunu Keşfetmek” isimli tezini işkencede katledilen işçi sınıfı önderi Süleyman Yeter’e ithaf etmiştir. Paramaz’ın işçi sınıfı ile kurduğu bu güçlü bağ, öğrenci gençlik ve işçi sınıfının kader ortaklığını böyle berrak bir bilinçle görüyor oluşu, onun bütün halk gençliğimize bıraktığı bir mirastır.

Sosyalist Gençlik Sınıfın Yanında

Deneyimlerin ışığında yarına yola koyulmadan önce, öğrenci gençliğin bugünkü konumunu doğru kavramalıyız. Emperyalist küreselleşme koşullarında her geçen gün ucuz işgücü sömürüsü artarken, politik bakımdan gençliğin önünde, potansiyel mensubu olduğu sınıfın, yani işçi sınıfının yanında olmaktan başka seçenek yok. Herhangi bir birey, tamamen sermayenin isteğine ve ihtiyacına göre şekillendirilen eğitim sistemiyle birlikte, 5,5 yaşından itibaren toplumsal sömürü çarkında bir diş haline getiriliyor. AKP’nin “meslek lisesi memleket meselesi” mottosunu kazıyınca, altından staj sömürüsü ve genç ucuz işgücü yağması iştahından başka hiçbir şey çıkmıyor. Öğrenciler, devlet eliyle ayda 500 liraya yaşamak zorunda bırakılıyor. Kadına yönelik şiddetin tırmandığı günümüz koşullarında, liseli ve üniversiteli genç kadınlar, staj adı altında hem maruz kaldıkları kuralsız emek sömürüsüyle ve hem de uğradıkları cinsel taciz ve mobbingle, çifte ezilmişliği yaşıyorlar. Demektir ki, öğrenci gençlik, kendi özgürlüğünün yegane yolunun kapitalist sistemi yok etmekten geçtiğini görerek, bugün yükselen işçi sınıfı hareketi saflarında yer almalıdır.

Sosyalist gençliğin bugün üzerinde durması gereken önemli konulardan biri, öğrenci gençliğin aynı zamanda işçileşiyor olmasıdır. Bir üniversite öğrencisi okuyabilmek için çalışmak zorunda kalıyor. Esnek, güvencesiz ve çoğunlukla part-time çalışan öğrenci gençlik, hem eğitim-öğrenim sürecinden kaynaklanan aydın karakteriyle ve hem de ücretli emek sürecinden edinilen proleter kimliğiyle, iki boyutlu bir sınıfsal-siyasal nitelik taşıyor. Bu niteliği devrimci mücadelenin militan ve sürükleyici öznesi olacak bir gençlik hareketine basamak yapmanın yolu, işçileşen öğrenci gençliğin sorun ve gündemlerini ele alacak türde örgütlülükler oluşturmaktan geçiyor. Örneğin, Gezi-Haziran ayaklanmasının ardından kurulan “Antalya-Kaleiçi Bar Çalışanları Derneği” veya “Kafe-Bar Çalışanları Birliği”, işçileşen öğrenci gençliğin arayışını gösteriyor.

Diğer yandan, gelişen sınıf hareketiyle ilişkisi içinde gençliğin oynaması gereken devrimci rol güncelliğini koruyor: faşizme karşı mücadelede buzkıran olmak ve devlet-halk, ezen-ezilen, sermaye-emek çelişkilerinden devrimci savaşım bilinci yayan militan öncü olarak konumlanmak. Hatırlanacaktır: 2016 yazında sendikalı oldukları için işten atılan Tedi işçilerinin yanında yer alan sosyalist gençlik, her gece ayrı bir Tedi mağazasının önünde ortaya çıkmıştı. Bir haftayı aşkın süre her sabah bir mağazasının camlarının kırıldığını, oraya “#TediyiBoykotEt” yazıldığını gören patron, kısa bir zaman sonra işçilerle masaya oturmak zorunda kalmıştı.

İşçi direnişlerine sık sık dayanışma ziyaretleri gerçekleştirmek, sınıfın mücadelesiyle öğrenci gençliğin buluşmasını sağlamak açısından önemlidir. Ziyaretlerin kampüslerde etkin bir politik çalışmayla örgütlenmesi dayanışma zeminini genişletecektir. Salt öğrencilerin direnişteki işçilerin yanına taşındığı biçimlere de sıkışmamak gerekir. Kampüslerde yapılacak her etkinliğe direnişçi işçilerin çağrılması, gençliğin sınıfla daha güçlü etkileşimini sağlarken, ayrı ayrı direnişlerden işçilerin deneyimlerini ortaklaştırmalarına da olanak sunacaktır. ODTÜ öğrencilerinin, direnişlerinin 192. gününde olan Flormar işçilerini ağırlaması yakın zamandan bir örnektir. Aynı biçim Boğaziçi, Mimar Sinan gibi üniversitelerde de denenmelidir.

Sosyalist gençliğin yükleneceği bir başka sorumluluk, işçilerin mücadeleleriyle ilişkilenirken, bugün Türkiye ve Kürdistan’da halklarımızın temel sorunu olan politik özgürlük sorununu işlemektir. Grev ve eylem süreçlerinde tutuklanan 3. havalimanı işçilerine mektup-kart atma etkinlikleri düzenleyen sosyalist gençliğin tutumu bu açıdan anlamlıdır. Gelişecek direnişlerin uzlaşma arayışında olan sendikaların insafına bırakılmaması için hareketi militanlaştırmakta ve süreklileştirmekte sosyalist gençliğe de görev düşmektedir. Sosyalist gençlik, gerek işçi sınıfının diğer toplumsal hareketlerle buluşmasında, gerekse işçilerin tekil eylemlerinin toplumsal dayanışma halkalarıyla güçlendirilmesinde sorumluluk hissetmelidir.

Son bir yıl içinde Eskişehir ve Ankara’da akademisyenlerin katledilmesini faşist saray iktidarının akademiyi hedef alışının bir sonucu olarak değerlendiren akademisyenlerle veya kampüs içinde greve gitmeleri durumunda işçilerle kurulacak güçlü bağlar çok daha etkili olacaktır.

Ekonomik krizin giderek derinleştiği aşikar. Bu kriz işçi sınıfında da, yarı-proleter çalışan öğrenci gençlikte de yeni isyanları mayalıyor. Sosyalist gençliğe düşen, mayalanan bu isyanları aynı devrimci mecrada buluşturarak, hem gençlik hareketini hem de sınıf hareketini karşılıklı etkileşimle büyütmektir. Şüphesiz ki öğrenci gençlik hareketi, yaratıcılığını konuşturarak çok çeşitli mücadele biçimlerini açığa çıkaracaktır. Tarihimiz bu yönlü nice örnekle doluyken, yarının devrimci gümbürtüsünü şimdiden duyabiliriz.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi