Koronavirüsün Çağrısı: Komünizm Zorunluluğun Bilincidir

Koronavirüs salgını kapitalist sistemin bir anlık ekran görüntüsünü çekti. O bir anlık görüntüde üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete, milyarlarca insanın fazla emek zamanının bir avuç burjuva tarafından gasp edilmesine, bir avuç emperyalist devlet ve tekelin dünyanın geri kalanını yağmalamasına, daha fazla kar için doğanın talan edilmesine, halklar, sınıflar ve cinsler arasındaki eşitsizliğin derinleştirilmesine, insanlar arasındaki her türden insani bağın, dayanışmanın, yardımlaşmanın, sevginin yerine bireyciliğin, bencilliğin, çıkarın geçirilmesine dayalı sermaye birikimi düzeninin, kapitalist sistemin nasıl tepeden tırnağa çürüdüğü gözler önüne serildi; sermayenin hiç bir hükmünün kalmadığı, çaresizlik içinde bir virüsün, koronanın önünde diz çöktüğü görüldü.

Oysa insanın toplumsal üretim güçlerinin gelişmesinin doruğunda olduğu, bilimsel ve teknolojik birikimin insanlığın bugün karşı karşıya olduğu tüm sorunlarının çözümü için yeterince geliştiği zamanlardayız. Ne var ki sorun tam da bütün bu güçlerin sermaye biçiminde bir avuç burjuvanın mülkiyetinde olması, onların elinde esir bulunmasıdır. Toplumsal üretim güçleri, bilim ve teknoloji toplumsal ihtiyaçlar için değil sermaye birikimi için kullanılmaktadır.

Daha fazla sermaye birikimi adına yüz milyonlarca insan işsizlik, açlık, sefalet içinde kıvranırken, ilaçsızlık, doktorsuzluk nedeniyle kırılırken, bırakalım temizliği içme suyuna erişimden dahi yoksunken hangi önlem hastalıkların yayılmasına engel olabilir?

Daha fazla sermaye birikimi adına doğamız gözü dönmüş bir hırs ve hesapsızlıkla yağmalanırken, daha büyük kar için hayvan ve bitkilerin hayvan, bitki ve insan sağlığına uygun olmayan koşullarda çok kısa süre içinde daha çok ve daha ucuz üretilmesinin yeni tür hastalıklara ortam hazırlamasına neden şaşalım ki!

Daha fazla sermaye birikim adına bir avuç dünya tekelinin silahlı bekçisi olan emperyalist devletlerin dünyanın geri kalanını yağmaladığı, işgal ettiği, gerici iç savaşları teşvik etmesi sonucu yüz milyonlarca insanın yerinden yurdundan edildiği, göç yollarına düşürüldüğü, göçmen kamplarında en elverişsiz koşullarda tutulduğu günümüzde hastalıklardan korunmak mümkün mü?

Daha fazla sermaye birikimi adına bilimsel birikim ve teknoloji toplumsal beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaçların giderilmesi yerine silahların geliştirilmesi için kullanılırsa salgınlara karşı etkin bir mücadele yürütülebilir mi?

Daha fazla sermaye birikim adına kadın ve çocuk bedeni ve cinselliği sermayenin yeniden üretiminin nesnesi yapılırken on milyonlarca kadın ve çocuğun sağlıklı kalması düşünülebilir mi?

Üretim Koşulları ve Virüsler

Emperyalist küreselleşme ile birlikte üretim koşullarında önemli değişiklikler oldu.

Dünya tekellerinin ortaya çıkması, bütünleşik dünya pazarının ve dünya fabrikasının oluşması ve artıdeğer üretim sürecinin dünyasallaşmasını getirdi. Sermaye dolaşımının önündeki engeller kaldırıldı. Sermaye daha fazla kar için bilimi teknolojiye uygulamak yerine daha ucuz iş gücüne yöneldi. Sermaye nerede ucuz işgücü varsa oraya aktı. Bu işçi sınıfının sermaye üzerindeki basıncını sekteye uğrattı. Burjuva devletler emekçilere vermek zorunda kaldıkları tavizleri peyder pey geri almaya başladı. İşçi sınıfının iş ve yaşam koşulları dünya çapında kötüleşti, eğitim ve sağlık gibi en temel hizmetler sermayeye peşkeş çekildi. Hastaneler ve üniversiteler birer artıdeğer üretim fabrikasına dönüştürüldü. Böylece sağlık ve bilim özel çıkarların tekeline devredildi.

Sermaye üretim zincirinin dünyasallaşması ile tarım ve hayvancılık alanında büyük değişiklikler meydana geldi. Emperyalizm döneminde uluslararası iş bölümündeki köklü değişimlerin de bunda payı vardı. Emperyalizm döneminde emperyalist sanayi ülkeleri ve yeni sömürge geri tarım ülkeleri biçimindeki bölünme yerini emperyalist mali sermaye ülkeleri ve mali-ekonomik sömürge ülkelerine bıraktı. Şimdi dünya pazarı için bitki ve hayvan yetiştiriciliği de hemen tamamen dünya tekellerinin denetimine geçmişti. Otomobil, telefon gibi sığır, koyun, domuz, tavuk, buğday, mısır, elma ve diğerleri de küresel çaptaki dünya pazarına göre üretiliyordu. Daha kısa zamanda daha ucuz ve daha çok üretim için hayvan ve bitki sağlığı için elverişsiz alanlarda, alabildiğine büyük miktarlarda üretim yapılması zorunluydu. Aksi takdirde artı kara ulaşmak mümkün olmayacaktı. Üretim ne kadar hızlandırılabilirse artı kar imkânı o kadar artacaktı, tıpkı ayakkabı ya da gömlek üretimi gibi. Ne var ki bitki ve hayvanlar ayakkabı ve gömlekten farklı olarak canlı varlıklardı. Onların doğasına müdahalenin bir sınırı vardı. Bu sınırın aşılması kaçınılmaz olarak hastalıkların, virüslerin oluşmasını ve yayılmasını kolaylaştırdı.

Emperyalist küreselleşme sürecinde kamusal sağlık ve bilim hizmetlerine yeterince kaynak ayrılmadığı ve bu alanlar kar üretimine devredildiği için bu tür virüsler ortaya çıktığında onlarla mücadele imkânı azaldı.

Yaşam Koşulları ve Virüsler

Emperyalist küreselleşmenin en önemli sonuçlarından biri işsizliğin ve yoksulluğun kronikleşmesidir. Devletin kamu hizmetlerinden elini birer birer çekmesi ile birleşince işsizlik, yoksulluk ve sefalet, doktorsuzluk ve ilaçsızlık emekçilerin hayatını daha da çekilmez hale getirdi. Emekçiler git gide görece bakımlı şehir merkezlerinden kovularak sağlık, sağlıklı çevre ve hayat koşullarından, alt yapı imkânlarından yoksun banliyölere ve gecekondulara sürüldü. Tarım ülkelerinin emperyalist sermaye akışı sonucu sanayi ülkelerine dönüştürülmesi ile kırsal alanlar ıssızlaşırken bazı şehirler plansız ve gelişigüzel şekilde olağanüstü büyüdü, adeta üst üste yığılan binaların içinde bir yer bulmak bile bir emekçi ailesi için şans haline geldi. Kapitalist için önemli olan insan hayatı değil, mümkün olduğunca en ucuz işgücünün istediği an elinin altında bulunmasıydı.

Dünya pazarına dünya tekellerinin hâkim olması dünya çapında küçük ve orta tarımın tasfiyesine, tarım ve hayvancılık yoluyla bireysel geçimin imkânsız hale gelmesine yol açtı. Yüz milyonlarca insan mülksüzleştirildi, buna karşın bu işsizleri emecek düzeyde bir sanayi de olmayınca bu insanlar ya en elverişsiz koşullarda büyük kentlerin kenarlarında ya kamplarda yaşamaya mecbur bırakıldı ya da bunlar daha güvenceli bir hayat için uluslararası göç yollarına döküldü. Emperyalist işgal ve savaşlar göç yollarındaki kalabalıkları daha da çoğalttı.

Bugün Afrika ve Asya’da üç milyar insanın bırakalım temizliği içme suyuna erişimi dahi yok.

Temiz suya erişimleri olmaması nedeniyle her yıl 842 bin insan çeşitli hastalıklardan hayatını kaybediyor.

Her yıl 5 yaşından küçük 100 milyondan fazla çocuk beslenme yetersizliği nedeniyle büyüme ve gelişim problemleri yaşıyor.

Dünyadaki çocuk ölümlerinin çoğuna burjuva devletlerin sağlık altyapısına yeterli kaynak ayırmamaları sebep olmuştur. Dünya genelinde çocuk ölümlerinin yüzde 17,7’sine zatürre, yüzde 13,7’sine erken doğum, yüzde 12,3’üne ishal, yüzde 11,2’sine doğum sırasındaki ihmaller, yüzde 6,4’üne sıtma, yüzde 5,7’sine doğuştan sahip olunan rahatsızlıklar, yüzde 5,3’üne kan zehirlenmesi ve diğerlerine de kızamık, menenjit, tetanos, AIDS gibi çoğu önlenebilir olan hastalıklar neden olmaktadır. Asıl öldürücü virüs kapitalizmdir.

Dünyada her yıl 500 milyon insan zatürreye yakalanıyor, beş yaş altı 1 milyon çocuk zatürreden ölüyor. Zatürrenin neredeyse bütünüyle yoksulları vurduğu ve yoksulluktan beslendiği sır olmasa gerek.

Dünya genelinde 3 milyar insan günlük 2,5 dolardan daha az kazanıyor. 900 milyon civarında insan ise "aşırı yoksul" statüsünde buna karşın dünyanın en zengin 26 milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip. Dünya çapında 2200 milyarderin serveti 2018 yılında 900 milyar dolar, yani günde 2,5 milyar dolar artış gösterdi. En zenginlerin serveti yüzde 12 oranında artarken, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı yüzde 11 azaldı.

Zengin ve fakir arasındaki uçurum bu denli derinleşirken, yoksullar rezil koşullar altında yaşam savaşı verirken ortaya çıkan ve çıkacak bir salgından korunabilirler mi? Böyle koşullar altında virüs salgınlarının önüne geçilebilir mi?

Çöplüğe Atılan Yaşlı Nüfus

Koronavirüs en çok yaşlı nüfusa zarar veriyor. Yaşlı nüfus kapitalizm için bir yük. Bu nedenle burjuva devletler durmadan emekli olma yaşını yükseltiyor, emekçileri mezarda emekliliğe zorluyorlar. Genç işsizlik oranları kimi ülkelerde yüzde 30’larda 40’larda iken birçok ülkede emeklik yaşı 67’ye yükseltildi, yükseltiliyor.

Koronavirüs salgını ile kapitalizmin insanlık düşmanı aşağılık yüzü bir kez daha ve tüm iğrençliği ile gözler önüne serildi. Koronaya yakalanan ağır hasta yaşlıların bakımından vazgeçiliyor. Sağlığa yeterince bütçe ayrılmazsa, yaşlılar için yeterince sosyal bakım evleri kurulmazsa, onlar bir an önce kurtulunması gereken bir yük olarak görülürlerse olacağı budur.

Emperyalist küreselleşme ve kapitalizmin varoluşsal kriz koşulları altında “fazla nüfus” kavramı da yeni anlamlar kazandı. “Fazla nüfus”, kapitalist üretim için gerekli hazırda bekleyen emek gücü orduları için kullanılırdı. Sermayenin çevrimine bağlı olarak fazla nüfus da artıyor ve azalıyordu. Yeni koşullarda ise kronik işsizlik ortaya çıktı. Bunun dışında ise “artık nüfus”, ya da kimilerince “çöp nüfus” olarak tanımlanan yeni bir “fazla nüfus” ortaya çıktı. Yedek işsizler ordusuna da dâhil olmayan ve sayıları giderek artan bu sefiller ordusu gereksiz nüfus olarak görüldü.

Göç yollarında boğulan, donan insanlar, işgal savaşlarında katledilen, sefil koşullarda yaşamaya mahkûm edilenler nasıl burjuvalar için önemsiz bir ayrıntı ise, bu insanlar nasıl ki gereksiz, işe yaramaz “fazla nüfus” ise, yaşlılar da öyle görülmeye başlandı.

İşçinin Sağlığının Ne Önemi Var, Mühim Olan Kar

Koronavirüs salgını baş gösterdiğinde virüsün yayılmaması için halkın bir bölümü evlerinde mecburi karantinaya tabii tutuldu. Ne ki söz konusu işçiler olunca onlara evin yolu değil fabrikanın, ticarethanenin, büronun yolu gösterildi. İşçiler göz göre göre ölüm riskiyle çalışmaya zorlandı. Gözünü kar hırsı bürümüş kapitalistler güvenceli sığınaklara kaçarken işçileri eskisi gibi çalışmaya zorladı.

İşletmesini kapatanlar da işçileri ücretsiz izine çıkardı. Başkaca hiçbir geçim kaynağı ve birikimi olmayan bu insanlar hangi koşullarda yaşayacak, temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilecek ki hastalıklardan, virüs salgınından kendilerini koruyabilsinler. Onları ücretsiz izne çıkarmak onları ölümle burun buruna getirmekten başka ne anlama gelir ki.

Oysa temel ihtiyaç maddeleri üretimi dışındaki tüm işletmelerdeki işçiler ücretli izne çıkarılabilir, bu maddelerin dağıtımı bir kamu hizmeti olarak örgütlenebilirdi. Kar için değil salt ihtiyaç için üretim yapıldığında az işçi ve işletme ile bunun üstesinden kolayca gelinebilirdi. Üretimin sürmesi zorunlu sektörlerde çalışan işçiler için de tüm sağlık önlemleri en üst düzeyde alınabilirdi.

Halka, Sağlığa Değil Sermayeye Kaynak Aktarma Fırsatı

Burjuva devletler dünya sermaye tekellerinin çıkarlarının bekçisidir. Bu gerçeklik, burjuva devletin halk düşmanı yüzü Koronavirüs salgını ile bir kez daha açığa çıktı. Halk adına toplumun ortak bütçesini yönetmekle görevli burjuva hükümetler bu bütçeyi sermaye tekellerinin hizmetine sunuyorlar. Koronavirüs salgını baş gösterdiğinden bu yana da trilyonlarca dolar bütçeden sermaye tekellerinin kasalarını aktarıldı.

ABD 1 trilyon, Almanya 614 milyar, İngiltere 412, Fransa 373, İspanya 216 milyar dolar ayırdı. Bu trilyonlar, “Koronavirüs salgınına karşı önlem” olarak ifade edildi. Gerçekte ise bu paranın aslan payı şirket kasalarına aktarılıyor. Örneğin Fransa 373 milyar doların 327 milyar dolarını sermayeye kredi olarak vermektedir.

İşçiler, emekçiler eğitime, sağlığa, barınmaya, yaşlı bakımına bütçe ayrılmasını isterken bütçe yeterli değil, kasada para yok diyenler, sağlığa, eğitime ve diğer sosyal alanlara birkaç milyar dolar ayırmayı yük sayanlar sıra sermayeye gelince “ekonomiyi kurtarma” bahanesi ile yüz milyarlarca doları kapitalistlerin hizmetine sunmaktadırlar. Kimin ekonomisi bu? Halkın sırtından sermayeyi kurtarma ekonomisi değil mi! Bir kez daha görüldü ki Korona gibi bir virüsün yarattığı tehdit ve tehlike burjuva devletin ve sahibi sermaye tekellerinkinin yanında nedir ki.

Türkiye’de ise koronaya karşı ayrılan bütçe 15,5 milyar dolardır. Koronavirüs salgınına karşı başka ülkelerin ayırdığı bütçelere kıyasla devede kulak kalan bu miktar da hemen tamamıyla sermaye gruplarına ayrılıyor. Diğer ülkeler salgına karşı önlemler kapsamında aslan payını şirketlere verse de halka da “kedi payı” ayırmak gereği duymuş, örneğin hanelerin elektrik ve gaz giderlerini bir ay ertelemiş ya da üstlenmiştir. Faşist şef Erdoğan yönetiminde milyarlar şirketlere teslim edilirken halkın payına kolonya ve dua düşmüştür.

Eve Kapatarak Yönetme Kolaylığı

Koronavirüsün dünya çapında bir salgın halini almaya başladığı anlaşıldığında burjuva devletlerin bulduğu yegâne çözüm sınırları kapatmak, hareketi sınırlamak ve halkı eve hapsetmek oldu. Peki ya işçiler ya mal dolaşımı ya para akışı bunlara neden sınırlama getirilmiyor? Kışladaki askerler ne olacak? Onlar neden terhis edilmiyor? Göçmen kamplarında yaşayanları ne yapacaksınız? Hapishanelerdekilere öneriniz nedir? Hapishaneler neden boşaltılmıyor? Sokaklarda yaşayanlar, evsizler nerelerde toplanacak? Aynı anda deprem gibi bir felaketle karşılaştığınızda ne yapacaksınız?

Nereden baksanız çaresizlik hali. Halkın değil de bir avuç sermayedarın çıkar bekçisi olan devletin bir virüs karşısında acze düşmesine neden şaşalım ki!

Bir virüs salgını karşısında sosyal mesafe uygulanabilir, bir süre zorunlu olarak evlerde kalınabilir, buna kim itiraz edebilir ki. Konu bu değil. Temel ihtiyaçlar için sürdürülmesi gereken zorunlu işler dışında kalan işçilerin neden çalışmaya zorlandığı, zorunlu güvenlik önlemleri için gerekli askerlerin dışında kalanların neden terhis edilmediği, evsizlerin, yoksulların salgın karşısında koruma altına neden alınmadığı, hapishanelerin neden boşaltılmadığıdır tartışılan. Sermaye şirketlerine halkın ortak parasından milyarlar verilirken nüfusun büyük yoksul çoğunluğunun temel ihtiyaçları, elektrik, su, gıda, kira giderleri toplumsal fondan, yani devlet bütçesinden neden karşılanmadığıdır sorun.

Bu bir yana virüse karşı önlemler üzerinden, sokağa çıkma yasakları ile ezilenler, sömürülenler sıkıyönetimlere, sokağa çıkma yasaklarına alıştırılıyor. Burjuva devletler bunu tam da ezilenlerin dünya çapında yükselen muhalefetinden kurtulma, ayaklanmalardan yakayı sıyırma fırsatı olarak değerlendiriyorlar.

Yoksulları evlere tıkarak bütçeyi sermaye tekellerine sunuyorlar, tam taşları bağlayarak köpekleri salma hali.

Koronavirüs günlerinde sermaye tekellerinin bekçisi olan burjuva devletin yoksullar için vergi, hapishane, baskıdan başka bir anlamı kalmadığı hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıktı.

Ne ki bu eve kapatma hali sürdürülemez. Ya da ne kadar sürdürülebilir? Hayat ne kadar süreyle durdurulabilir? İki hafta ya da bir ay sonra ne olacak? Virüs yeniden görülürse yeniden tecrit önlemlerine mi başvurulacak? Bunun ne kadar aptalca bir kısır döngü olduğu ortada.

Işığa Tutulmuş Tavşan: Burjuva Devlet

Nasıl oldu da bir virüsün önünde burjuva sistem diz çöktü, çaresiz kaldı, felç oldu. Denebilir ki bunların hiçbiri yeni değil. Sermaye üretimine dayalı üretim ilişkilerinin egemen olduğu günden bu yana kapitalizm hep insanlık dışı yüzü ile karşımıza dikildi, emekçiler, yoksular, kadınlar hep açlığın, işsizliğin, doktorsuzluğun, ilaçsızlığın, evsizliğin pençesinde kıvrandı. Örneğin, 1918’deki İspanyol gribinde 50-80 milyon arasında insan öldü. Doğru bunların hiçbiri yeni değil, yoksulluk, işsizlik, evsizlik, ilaçsızlık, doktorsuzluk her zaman vardı. Yine de uzun bir dönemi ele aldığımızda örneğin 1870 ile 1970’i kıyasladığımızda emekçilerin hayat seviyesinin bütün dalgalanmalara rağmen gelişme halinde olduğunu görebiliriz. Bu yüzyıllık dönemde emekçilerin beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması söz konusu olduğunda meydana gelen ilerlemeyi kaydetmekte zorlanmayız.

Bu gelişmenin perde arkasında yatan iki temel olgu sınıf mücadelesinin düzeyi ve sermaye birikiminin ihtiyacının gerekleridir.

İşçi sınıfının örgütlü mücadelesi 1917 sosyalist devrimi ile taçlandığında artık kapitalist dünya eskisi gibi yürütülemezdi. Sosyalizmin inşası emekçi insanlığa yeni bir dünyanın, emekçiden yana bir sistemin, daha fazla kar için değil insan ihtiyaçlarının karşılanması için üretim yapılmasının pek ala mümkün olabileceğini göstermişti. Emperyalist kapitalizm ikinci paylaşım savaşına değin, sosyalist inşayı yıkmayı esas aldı. Faşizmin Sovyetler önderliğinde yenilgiye uğratılması ile yeni bir dönem başladı, şimdi dünyanın bütün sermayesi sosyalizmin gelişmesini akamete uğratmak için birleşmişti. Kapitalizmin sosyalizmden daha ileri bir teknoloji geliştirebileceğini kanıtlamak için büyük bir yarışa girişildi. Diğer yandan dünya işçi sınıfı sosyalizmin kazanımlarından aldığı güçle daha örgütlü ve güçlü mücadelelere girişiyor, kapitalistler olası bir devrimden duydukları korkuyla işçi sınıfına tavizler vermek, burjuva devlet eğitim, sağlık gibi konularda halk yararına adımlar atmak zorunda kalıyordu. Bu da kaçınılmaz olarak emekçi sınıfların hayat düzeyinin görece yükselmesine yol açıyordu.

Sermaye birikiminin gerekleri de iş ve yaşam koşullarının değişmesini ve gelişmesini koşulluyordu. İşçinin fazla emek gücünün sömürülmesi nasıl ki sermaye birikiminin kaynağı ise bilimin teknolojiye uygulanması da bu kaynağın artırılması yani daha yüksek kar için sermaye birikiminin olmazsa olmazıdır. Bu bir yandan eğitimli insan sayısının diğer yandan üniversitelerin artmasını zorunlu kılar. Temel eğitim ve bilimsel araştırmalara duyulan ihtiyacı kapitalistler tek tek üstlenemezdi, tek tek kapitalistlerin sermaye birikimi düzeyi bunu karşılamaya yeterli değildi, bunu ancak onlar adına burjuvazinin kolektif temsilcisi devlet yapabilirdi. Bu da kaçınılmaz olarak bilimsel bilgi ve çalışmaların halka açık ve kolektif olmasını getirdi.

1970’lerde durum değişmeye başladı. Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması öyle bir düzeye ulaştı ki dünya tekelleri ortaya çıktı. Bu tekellerin dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemesi kaçınılmazdı.

Böyle bir düzenlemenin yapılabilmesini sağlamak için her şeyden önce sınıf mücadelesinin basıncını kırmak, devleti dünya tekellerinin çıkarları doğrultusunda yeniden organize etmek gerekiyordu. Bu yönde atılan adımlar sonucu “sosyal devlet” uygulamaları adım adım tasfiye edildi. Sağlık ve eğitim bir kamu hizmeti olmaktan git gide çıkarıldı, sermaye birikim alanları haline getirildi. Hastaneler ve okullar şirkete hastane ve öğrenciler müşteriye dönüştürüldü. Sermaye tekellerine bağlı özel üniversiteler eliyle bilimsel çalışmaların halka açık görece kolektif niteliği ortadan kaldırıldı. Şu ya da bu tekel hangi alanda artı kar ihtimali görüyorsa bilimsel çalışmalar da o alana yönlendiriliyordu.

Koronavirüs, bunun ölümcül sonuçlarını gözler önüne serdi. Bir avuç tekelin çıkarlarına uyumlu hale getirilmiş devletin bir virüs karşısında nasıl bir acze düştüğü ortaya çıktı. Şimdi yeniden sağlık sisteminin kamulaştırılmasından, üniversitelerin yeniden düzenlenmesinden bahsediliyor, ya da böyle talepleri bir çözüm olarak öne sürenler var, diyorlar ki neo-liberalizm kötü, sosyal devlete dönelim.

Hayır, dönemezsiniz bu imkânsız. “Sosyal devlet”, belirli tarihsel koşullarda ortay çıkmıştı, o koşullar aşıldı, geride kaldı, oraya geri gidilemez. Birkaç yüz dünya tekelinin dünya pazarına hâkim olduğu bir dünyada “sosyal devlet” bir hayaldir. Sermaye genişletilmiş yeniden üretim krizi yaşıyorken onun için hayati önem taşıyan yatırım alanlarından çekilmesini beklemek, ya da onu buna zorlayarak geri adım attırmak mümkün değil. Yegâne çözüm sermayenin olmadığı yeni bir düzendir, “sosyal” değil sosyalist bir devlettir. Bugünkü burjuva devlet yönetimi altında toplumsal kaynaklar sermayenin kurtarılmasına ayrılıyor. Bunda şaşılacak bir şey olmasa gerek. Bu dünya tekellerine kaynak aktarılmazsa yalnızca bu tekeller değil kapitalist devletler de ayakta kalamaz, bu her ikisinin kaderi hiç olmadığı kadar iç içe geçmiştir.

Dünya Devrimi

Koronavirüs gösterdi ki kapitalizmin yol açtığı sorunlara tek tek devletlerin çözüm bulması imkânsızdır. İklim ve göç sorunlarında da görüyorduk, şu ya da bu devletin iklim ve göç konusunda alacağı önlemler kendi başına bir anlam ifade etmez, ancak dünya çapında iş birliği ile bunların üstesinden gelinebilir. Koronavirüs ise bu gerçeği çok daha çıplak biçimde gözler önüne serdi.

Emperyalist küreselleşme sürecinde sermaye serbest dolaşırken emek zincirlendi. Başka türlü ucuz emek gücüne dayalı yoğun sömürü cennetleri oluşturulamazdı. Bu sömürü cennetlerinde tekeller bir yandan muazzam karlar elde ederken diğer yandan kendi ülkelerindeki işçi sınıfının örgütlü basıncından kurtuluyorlardı.

Sermaye ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın, merkezileşirse merkezileşsin nasıl ki yine de çoğul olmak zorundaysa burjuva devlet de tek bir dünya devleti haline gelemez. Sermaye birikimi için farklı sermayeler ve devletlerin varlığı gerekir.

Koronavirüs salgını ise bir bölümünün diğerlerini sömürdüğü, birbiriyle rekabet halindeki devletlere değil birbiriyle dayanışma ve iş birliği içindeki devletlere ihtiyaç olduğunu gösterdi. Kapitalist devletlerden oluşan bir dünyada bunun mümkün olmadığı ve asla olamayacağı açıktır. Gel gör ki bir devlet ne kadar gelişkin olursa olsun, kaynakları ne kadar bol olursa olsun başka devletlerle iş birliği yapmazsa bir virüsün üstesinden dahi gelemez. Üretebileceği tek çözüm kendisini geri kalan dünyadan tamamıyla tecrit etmektir, ama bu da ancak kısa bir süre için işe yarayabilir.

Günümüz kapitalist dünyasında bir dünya devleti için maddi teknik temel oluşmuştur. Dünya tekelleri dünya fabrikaları kurdu. İletişim ve ulaşım dünyayı hiç olmadığı kadar birbirine bağladı. Gel gör ki sermaye, sömürü çarkını devam ettirebilmek için çoklu devletlere ihtiyaç duyar, hem iktisadi anlamda hem de politik anlamda böyledir. Bir avuç emperyalist devlet dünyanın geri kalanını boyunduruk altında tutabildiği sürece dünya tekelleri sermaye birikim döngüsünü sürdürebilir, işlerin iyi gittiği dönemde genellikle bu döngünün sürdürülmesi için iş birliğine gidilir ama işler kötüleştiğinde, kriz patladığında “her koyun kendi bacağından asılır”, en güçlü olanlar diğerlerinin tepesine biner, yetmiyorsa savaşırlar. Bu nedenledir ki burjuva devletleri arasında halklar yararına iş birliği, dayanışma beklemek ham hayaldir.

Dünya tekelleri yarış halinde Koronavirüs aşısı bulmaya çalışıyor. Onların bu gayretinin altında yatan bir an önce virüsü yenmek değil, başkalarından önce bularak kısa sürede olağanüstü karlar elde etmektir. Trump’ın Koronavirüs aşısı geliştirmekte olan bir Alman ilaç şirketine rüşvet teklif etmesi bunun en göz çıkarıcı örneğidir.

Koronavirüs salgını gösterdi ki dünyamız bir an önce komünizme varan sosyalist devletler olarak örgütlenmezse insanlığın toptan bir yok oluşa doğru yokuş aşağı yuvarlanması daha da hızlanacaktır. Bilimin, tekniğin, sağlığın ancak dünya çapında örgütlenmesi ile kapitalizmin insanlığa bela ettiği sorunların üstesinden gelinebilir. Bir “dünya devleti”nin kurulması çözümü gündeme gelmiş bir sorudur. Ne ki bu sorun ancak tek tek ülkelerdeki burjuva iktidarların yıkılması ve sosyalist iktidarların kurulması ile mümkün hale gelebilir. Kapitalizmi iktisadi olduğu kadar politik ve ideolojik olarak da tarihin çöplüğüne fırlatıp atmak için burjuvazi üzerinde diktatörlük kurmaktan başka bir yol yok. Burjuvazi bir sınıf olarak tasfiye edilmeden Koronavirüslerin üstesinden gelinemez. Bu hedefe ulaşılamazsa bugünkü koronanın bir biçimde üstesinden gelinse bile yarın yeni ve çok daha tehlikeli bir virüs yeniden kapıya dayanacaktır.

Yine de biz arzu ettiğimiz dünya çapındaki bu yeni örgütlenmeye “devlet” demeye devam edecek miyiz?

Kapitalizmi dünyadan kovduğumuzda artık bir devlete de ihtiyacımız olmayacak, bu nedenle dünya çapında böyle bir örgütlenme “devlet” kavramı ile tarif edilemez. Bu artık kelimenin bildik anlamıyla bir “devlet” değildir çünkü baskı altına alınması gereken bir sınıf ya da savunulması gereken sınırlar artık yoktur, bu dünya çapında toplumsal bir örgütlenmedir. Böyle bir örgütlenme için bilimsel teknik gelişme yeterli düzeydedir.

Yeni Bir Dünya Yeni Bir İnsan Türü

Virüslerin üstesinden virüslerin ortaya çıkmasına yol açan koşullara karşı mücadele ile gelinebilir. Kapitalizmi ortadan kaldırmadan atılacak tüm adımlar sadece yeni bir virüs salgını ortaya çıkana kadar işe yarayabilir. Virüs salgınlarını üreten kapitalist üretim koşullarıdır. Kapitalizm ortadan kaldırılmadan virüs salgınları ile baş edilemez.

Bugünkü bilimsel teknik altyapı ile bile zorunlu çalışmayı en aza, bir iki saate indirmek ve böylece işsizliği ortadan kaldırmak, büro işlerini bütünüyle bilgisayarlara aktarmak, sağlık, eğitim, ulaşım, barınma gibi en temel ihtiyaçları meta üretim alanından çıkararak bütünüyle ücretsiz yapmak mümkündür. Aile içi emeğin toplumsal emek haline getirilmesi, çocukların bakım ve eğitiminin bütünüyle toplumsal iş haline gelmesi de mümkündür. Zorunlu çalışma süresi bu denli düştüğünde hem eğitim ve sağlık alanında daha çok insan çalışıyor olacak hem de insanların kalabalık şehirlerde insani olmayan koşullarda sefil bir hayat sürmelerinin nedenleri ortadan kalktığı gibi böyle kalabalık şehirlere de ihtiyaç kalmayacaktır.

Bugünkü bilimsel ve teknik alt yapı ile ekolojik dengeyi koruyan insanla doğa arasında yeni bir üretim ilişkisi yaratmak olanaklı hale gelmiştir. Sermaye biriktirmek için sermaye biriktirmeye dayalı üretim ilişkisi ortadan kaldırıldığında doğa bir sömürü, bir yağma aracı olmaktan çıkarılarak insanla doğa arasında doğanın tüketildiği değil üretildiği yeni bir ilişki geçirilecektir.

Toplumsal mülkiyet yeni bir toplumsal insanı gün yüzüne çıkarırken kapitalizmden kalma tüm pislikleri tarihe gömecektir.

Böyle yeni koşullar altında yine de virüsler ortaya çıkabilir elbette, ama insanların aç ve sefil olmadığı, göç yollarına düşmediği, sokaklarda yaşamadığı; bütün üretimin bir avuç sermayedarın değil toplumun denetiminde olduğu; kar için değil toplumsal yarar için üretim yapıldığı, doğanın yağmalandığı değil üretildiği koşullarda, sermaye biriktirmek için değil, bilim, sağlık ve kültür biriktirmek için kaynakların harcandığı yeni toplumda olası virüslerle baş etmek elbette çok daha kolay olacaktır.

Bu yeni koşulların insanı da yeni bir tür insan olacaktır. Bir başkasını sömüren, ezen, başkasının ürettiklerini el koyan, rekabetçi, bencil, bireyci insan tarihin karanlık sayfalarına fırlatılıp atılacaktır. Yeni tarihin yeni insanı dayanışmacı, paylaşımcı, eşitlikçi, özgür insan olacaktır.

Koronavirüs bu yenidünya ve yeni insana ne kadar ihtiyacımız olduğunu ve buraya bilinçli eylemle ulaşabileceğimizi ve bunun ne kadar acil bir gereksinim olduğunu çok güçlü biçimde göstermiştir.

Koronavirüsün çağrısı; eşitsizliğin, sınırların, sınıfların, cins ayrımcılığının reddidir; komünizmdir.

 

 

 

 

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi