Faşist Şeflik Rejiminde İç Kriz

Erdoğan ve partisi uzun süre yürütmeyi elinde bulundurduktan sonra, iktidarı politik İslamcı faşist diktatörlük olarak örgütledi. AKP, gerek Suriye iç savaşını örgütlerken, gerekse 2013 Gezi Ayaklanması sırasında, gerekse de 2015 kanlı saldırılarıyla başlattığı süreçte, kısmi bir iç karışıklık geçirdiyse de önemli bölünmeler yaşamadı. Erdoğan’ın ve yeni süreçteki ittifak güçlerinin, kanlı ve şiddetli saldırı ve savaşları sürükleyen pervasızlığı, partisini diktatörün etrafında yeniden topladı.

Bu saldırganlık, AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı gerilemeyi 1 Kasım kanlı ve hileli seçimiyle gidermesine de yol açtı.

Erdoğan, bu süreçte en yakın suç ortağı Başbakan Davutoğlu’nu -Reis’e kayıtsız şartsız itaat edilmesi gerekirken- özerklik eğilimi nedeniyle kulağından tutarak azletti.

Faşizmin kanlı saldırısına ayak uyduramayan üst düzey görevlileri de sessizce azletti.

Kayıtsız şartsız itaat eden Binali Yıldırım’ı “abidik gubidik başbakan”, kanlı saldırganlıkta aşırılık gösterisiyle ön plana geçecek Soylu’yu iç savaş bakanı olarak atadı.

15 Temmuz 2016, erken doğuma zorlayarak ezeceği Gülen kliğinin liderliğindeki darbe girişimine sahne oldu.

Erdoğan ve AKP, hükümeti ele geçirdiği tarihten başlayarak ortak olduğu Gülen kliğiyle sert bir iktidar çatışmasına girdi. 15 Temmuz devlet kriziydi. İktidar dalaşında Gülen kliğini kitle desteğinden yoksunluğundan, hükümeti kendi elinde tutuyor olmasından yararlanarak yenilgiye uğrattı, devlet içinden bütün kadrolarını tasfiye etti.

Erdoğan, Rojava ve Kandil işgalci ve ilhakçı savaşlarına, daha geniş alanda yeni yayılmacı savaşlara başvurdu. İşgaller ve askeri üslerle, Rojava devrimini ezme ve yayılmacı savaşlarla, aynı zamanda şovenizmin zehirleyici etkisini tırmandırarak faşist kitle temelini güçlendirmeyi ve dahası bu savaşlarla içi kargaşa dolu orduyu etrafında toplamayı da amaçladı.

Fakat yeniden iç krizlere düşmekten kurtulamadı. Hem de Erdoğan’ın faşist küçük ortaklarıyla ilişkilerde daha öncelikli ihtimalken, krizler, kayıtsız şartsız reisine biat eden partisi ve hükümeti içinde baş gösterdi.

Krizin Göstergeleri

Erdoğan, faşist şeflik rejiminde hükümeti yalnızca emirleri yerine getirmesi gereken, sivil bürokratik basit bir aygıt, Saray bürokrasisinin altında en alt düzeyde işlevlendirdi. Bu, şefin ve Saray’ın mutlak otorite olması için zorunluydu. Erdoğan’ın örnek aldığı Abdülhamit’in mutlak otoritesi altında vezirlerin -ve vezir-i azamın da- kolayca azledildiği biliniyor. İdeolojik gıdasını aldığı Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” eserinde tarif ettiği “Başyücelik” siteminde de öyle. Bu iki örnekten daha ileri gitme ihtiyacı duyması, Erdoğan’ın, Hitler’in “uzun bıçaklar gecesi”nde partisi içinde kısmi muhalif olan bir grubu şiddet yoluyla tasfiye ettikten sonra, “Tek lider benim, bütün Almanlar benim liderliğime itaat edecek” şiarını kendisine kılavuz aldığını gösteriyor.

Erdoğan, arzusu bir yana politik İslamcı faşizmi yine de konjönktürel duruma göre ittifaklara girerek inşa etmek zorundaydı. Fakat hükümet ve Saray bürokrasisinde müttefiklerine yer vermedi. Ordu, polisi ve sivil bürokratik gövde içinde müttefiklerine yer verse de hükümet içinde ve Saray bürokrasisinde yer ver vermeyerek mutlak biatı yerleştirdi.

Buna uygun da davrandı. Özerklik girişiminde olanları partisinden ve yönetimden uzaklaştırdı. Uygulamakta olduğu daha sert saldırılarla fikir birliği içinde olmayan bakan ve savaş komutanları, şefin otoritesinin zedelenmeyeceği tarzda ayrıldılar. Azledilen başbakan ve bakanlar sessizce AKP üyesi olarak kaldılar. Fakat zaman geçtikçe önceleri yapmayı göze alamadıkları işi, uzun tereddütten sonra yapabildiler. Partiler kurarak diktatöre burjuva cepheden rakip oldular. Bu rekabet “sakın ümmeti bölme!” tehdidine ve bazı diğer baskılara rağmen başlayabildi ve devam ediyor.

İç savaş bakanı ses çıkararak istifa ettiyse bile istifası geri aldırılarak yeniden biat ettirildi.

Fakat damat Albayrak ses çıkararak, hatta instagram’da yazarak istifa etti. Dahası “At izi it izine karıştı, Allah sonumuzu hayreylesin” gibi Erdoğan faşizmini kötü günlerin beklediğini de ifade etmekten sakınmadı. Üstelik başından itibaren sadık biatçısı, diktatörün muhtemel halefi, ailece politik İslamcı kökenden gelen biri olduğu halde istifasını sesli ve sitemli biçimde yaptı. Bu, elbette mutlak biatı isteyen diktatörün mutlak otoritesini zedeleyici bir yöntemdi.

8-9 Kasım günlerinde açığa çıkan krizin diğer belirtisi iyi polis rolünü oynaya gelmiş Arınç’ın Saray’ın Yüksek İstişare Kurulu’ndan (YİK) istifa etmek zorunda kalmasıydı. Arınç diktatöre zarar vermemek için istifa yolunu tuttuğunu belirtse de gerçekte makyaj kabilinden de olsa hukuki iyileştirme yapmak gerektiği veya yargıda tutukluluğun maksimum olmasının azaltılması gerektiği fikrini tekrar etti.

Anlaşılan konu YİK’te de tartışılmış. Saray’da tartışmalara katılan Arınç kendi eğilimi yönünde kamuoyunu etkilemeye çalıştı. Faşizmin de kendisinin de partisi AKP’nin kitle temelinin erimesini durdurmaya katkı yapacağı hesabıyla küçük çaplı değişiklikler önererek “reform” iddiasının demokratikleşme yönünde beklenti yaratmasını sağlamaya çalıştı.

Bu tavrı, bakan Abdülhamit Gül’ün 2020’nin başından itibaren dile getirdiği “hukuk reformu” sözleri ile Erdoğan’ın Kasım ayından itibaren yaptığı bir-iki açıklama üzerine takındı. Erdoğan, özellikle Trump’ın seçimi kaybetmesi sonucu yeni ABD yönetimine ısınma turu attığı ve ekonomik krizin ağırlaşarak acil mali kredi, sermaye yatırımı akışına ihtiyaç duyulduğu şartlarda söz konusu açıklamaları yaptı:

Buradan bir kez daha yerli ve uluslararası yatırımcılara ülkemize güvenmeleri ve süratle yeni yatırımlara başlamaları çağrısında bulunuyorum. Yatırımları yeşerten ve bereketlendiren iklimi tesis etmenin ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz sene ilan ettiğimiz yargı reformu strateji belgemiz bu çerçevede çok önemli düzenlemeler içeriyor... Yeni reform paketleriyle ilgili hazırlıklarımız süratle devam ediyor. ... Bunlar içinde insan hakları eylem planına özellikle ehemmiyet veriyoruz... Ekonomideki yeni dönemin ruhuna uygun şekilde temel hakların korunmasından mülkiyet hakkının geliştirilmesine kadar pek çok ilave hükümleri ilgili tüm taraflarla istişare ederek bu eylem planına derz edeceğiz."1

"Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz."2

Tabii ki Erdoğan ve Gül’ün açıklamaları, öncelikle uluslararası ve yerli sermaye oligarşisine, sermayenin kolektif çıkarlarını yansıtan kurallara uymak, mülkiyet hakkını herhangi bir sermaye grubu aleyhine zedeleyen tutumlardan kaçınmak, bunu hukuki güvenceye kavuşturmak sözünü veriyor.

Erdoğan uluslararası sermaye yatırımı ve akışı için, yüksek kar oranı için bütün güvenceleri vermesine, “bir telefonları yeter” diyerek emirlerini yerine getireceğini belirtmesine rağmen yerli sermaye grupları içinde organik parçası olduğu sermaye grubu lehine muslukları açan ve mali sermayenin faiz artırımına karşı çıkan Merkez Bankası’nın özerkliğini kaldıran tavrı nedeniyle güven sorununa yol açmıştı. Dahası uluslararası sermaye gruplarının siyasi temsilcisi hükümet ve devlet başkanlarına karşı “yerli ve milli” demagojiyle ağır suçlamalar yapmıştı. Bunlar arasında Biden’den Macron’a kadar çok sayıda Batılı emperyalist lider de vardı. Kendi Nazi özenticiliğini de bu liderlere yönelten sözlü saldırganlıkta bulunmuştu. Özellikle Fransız emperyalistleriyle Doğu Akdeniz denizaltı enerji rezervlerinin paylaşımında savaş gemileri eşliğinde keskin bir rekabete girişmişti.

Erdoğan şimdi Batılı emperyalistlere bağlı kalacağını ilan ederken, elbette sermayenin kolektif çıkarlarının kurallarını gözeten yasal düzenlemeler yapma ve fiilen güvence verme tavrı takınmak zorunda olduğunu biliyor, bu tavrı takınacak da. Nitekim bu demeçler sonrasında, bu yönde nasıl yasalar çıkarılması ve ekonomik tedbirler izlenmesi gerektiği konusunda fikir, daha doğrusu emir alma amacıyla, iki bakanını 28-29 Kasım tarihlerinde sermayenin iki başlıca grubunun örgütleri olan TÜSİAD ve TOBB’la görüşmeye göndererek bu savı doğruladı.

Damat Berat’ı görevden alma ve bakan ile MB başkanını değiştirme zorunda kalması, uluslararası mali sermayeye boyun eğeceği ve isteklerini yerine getireceğini gösteren diğer önemli gelişmedir.

Diktatör tam da bütün bunlarla aynı zamana denk getirerek kitle tabanının artan erimesini durdurmak için yönünün Avrupa olacağı söylemine geçiyor. İnsan hakları eylem planı demagojisine başvuruyor.

Bu demagojiye başvururken sembolik olarak bazı tahliyelere başvurma, ama yine de faşist baskıları artırma taktiği güdebilirdi de. Sonrası kamuoyuna yansıyan demeçler YİK içinde veya Saray dehlizlerinde bu türden tartışmaların olmuş olabileceğini gösteriyor. Arınç bunu kendi fikrine tercüme ederek kamuoyuna aktarınca çelişki ve kriz Saray dışına da yansımış oldu.

Erdoğan faşizmi tahkim saldırılarında kitle örgütlerine de “kayyum” atayarak kendisine bağlama yasasını çıkartırken bu tartışmalar oluyor. Tartışmalar sürerken eski yol arkadaşlarını -Efkan Ala ve Cemil Çiçek- yeniden AKP yönetiminde ve Saray bürokrasisi içinde toplamaya çalışması ya da önceleri hasım ilan ederek cezalandırmaya çalıştığı, tehdit ettiği Akşener’i bir süre önce Saray resepsiyonuna davet edip, MHP’ye evine dönmesi çağrısı yaptırması, kitle desteğini onarma, erimesini durdurma atraksiyonlarıdır.

Bu girişimleri de diktatörün, politik İslamcılık ve şovenist milliyetçilikle, “yerli ve milli”cilikle, yayılmacı büyük devlet şovenizmiyle, “dış ve iç düşman”a karşı saldırı ve savaşlarla kitle dayanağını pekiştirme ve genişletmeyi başaramadığını gösteriyor. Diğer bir anlatımla faşizmin krizine işaret ediyor.

Hemen belirtmek gerekir ki, daha önce azledildikleri halde gerek ideolojik sebeplerle gerekse de tehditler nedeniyle parti üyelikleri devam etmiş olan Davutoğlu ve Babacan AKP’den ayrılarak yeni partilerini 2019-20’de kurdular. Bu, Erdoğan faşizminin parti kadroları arasında mutlak itaati yerleştirme amacına aykırıydı. Üstelik bu ikili sonradan ekonomik ikbal ve çıkar için katılanlardan değil AKP’ye ideolojik rengini veren politik İslamcı orijinden geliyordu. Dahası Davutoğlu Erdoğan’ın yeni-Osmanlıcı yayılmacılığının teorisyeniydi.

İkilinin hareketi Erdoğan’ın mutlak otoritesinin bozulmasının ve AKP’de kısmi de olsa çözülmenin diğer belirtisi. Şu bakımdan önemli. Erdoğan’ın “reis”liğini benimseyen burjuva kesimler, yeni rejimde liderin mutlak otoritesini yerleştirmeyi amaçladılar. Kapitalizmi krizden korumak için de Kürt ulusal özgürlük hareketini ve devrimci hareketi ezmek için de ve yayılmacı savaşları yürütebilmek için de bunu tercih ettiler.

Faşist şeflik rejiminin yerleşmesi için uzun olmayan süreçte rejim içinde şefe mutlak itaatin sağlanması, karşısında ise devrimci ve anti faşist hareketin ezilmesi şarttı. Birincisi ikincisini gerçekleştirmek için gerekiyordu. İkincisi de faşist şeflik rejiminin pekişmesi için şarttı.

Bu nedenle faşist şefin partisi içinde ve müttefikleriyle ilişkisindeki ayrılıklar rejimin krizinin ve çözülmesinin başlangıcının belirtileri, göstergeleridir.

Faşist şeflik rejiminin müttefikleri arasında da anlaşmazlıklar kendisini göstermeye başlıyor.

AKP, faşist mafyaya af çıkarılmasında, önce kitle desteğinde gerilemeye yol açabileceğini dikkate alarak temkinli davrandı. Bir süre erteledikten sonra MHP’nin bu isteğini yerine getirerek kitle kaybını sineye çekmek zorunda kaldı. Bu da esasen müttefikler arasındaki bir ayrılıktı.

MHP ve Ergenekoncular HDP’nin derhal kapatılması yönünde baskı yaparken, Erdoğan HDP’yi zindan ve yasakla işlevsizleştirmeye bir süre daha devam etmeyi, KDP yörüngesindeki Kürt hareketleriyle Hizbulkontra’nın meşrulaştırılan biçimi Hüdapar’ı rejimle iş birliği içindeki Kürtler olarak besleme taktiğine başvuruyor. HDP’yi kapatmayı ertelemeyi bu taktiğin bir parçası olarak gerekli görüyor. Yalnızca HDP’nin kapatılması üzerine değil, geniş yurtsever kitlenin soykırıma uğratılıp uğratılmaması üzerine de “temizlik” isteyen MHP’yle önemli bir ayrılık var. Erdoğan ve AKP, 2015’te soykırımcı saldırıyla kitlesel bir kırım biçiminde soykırımcı deneme yaptı. Fakat direniş diktatörün amaçlarına ulaşmasını az çok engelleyince bugün öngördüğü taktiğe kadar uzanan politikaya gerilemek zorunda kaldı. MHP ise yeniden soykırımcı “temizlik” yönünde baskı kurarak farklılığını yansıtıyor.

Bu fark “reform”un Kürdistan’a ilişkin kısmında kendisini muhtemelen daha çarpıcı olarak gösterecek. Çünkü reform beklentisi yaratmanın Kürdistan açısından anlamı daha çarpıcı ve trajik.

Erdoğan ve partisi, Kürdistan ulusal özgürlük hareketini, kirli ve işgalci savaşlar, soykırımcı saldırılar ve zindanla ezme stratejisi uygularken bu stratejiye bir taktik daha ekliyor. ABD desteğinde KDP’yi Güney’de işgalci savaşına seferber etmek, Kuzey’de ise KDP eksenindeki Kürt ulusalcıları ile Hizbullahçı katillerin partisi Hüdapar ve politik İslamcı Kürtleri muhatap cephesi olarak Kürt kitlelerine göstermek bu taktiğin belirgin özelliği. Bu taktiğe Kürt burjuvazisinin desteği de sağlanmaya çalışılıyor.

Savaşla yıldırmayı amaçladığı Kürt kitlelerine, HDP’yi ve HDP belediyelerini şimdilik zindanla ve sömürge kayyumuyla tasfiyeyle boşalan yere yerleştireceği işbirlikçi ve “Çaş Kürt” cephesini toplanma adresi gösterecek bir taktik. Bu taktiği bazı farklarla Saddam da izlemiş ve kısmen uygulayabilmişti.

Bu taktikle “yeni bir çözüm süreci mi” beklentisi yaratması hedeflenerek Kürt halk kitleleri mücadelesizlik içine ve işbirlikçi cephe etrafına çekilmeye çalışılacak. ‘90’lı yıllarda korucu liderleri Ankara’ya çağrılarak “muhatap” alınma müsameresi düzenlenmiş fakat elbette sökmemişti. Erdoğan müsamerenin biraz daha yanıltıcı biçimini sergileyecek. Ayrıca ABD’nin Erdoğan diktatörlüğünün sömürgeci savaş stratejisinin ve söz konusu taktiğinin arkasında olduğu dikkate alınırsa Kürt burjuvaları ve yılgınlığa girmiş Kürt ulusalcı çevreleri ve bir bölüm küçük burjuva öge de bu taktikle iş birliği ve uzlaşma içine girebilir. Kürt halkı arasında “yeni çözüm süreci” beklentisini yanılgısını yaygınlaştırmaya çalışır.

“Kürt halkı ayrı PKK ayrı” söylemi bu taktiğin diğer bir ifadesi. MHP bu söylemi dilinin ucuyla bazen söylese de KDP eksenli Kürt ulusalcılarını muhatap göstermede çelişkiyi tırmandırmaktan geri durmaz. Çünkü ırkçılığa dayanan ideolojisi bunu dıştalar. Soykırımcı “temizlik” çağrısı da buna işaret ediyor.

MHP Kılıçdaroğlu’na da zindanı öngörürken, faşist şef, başlangıçta bunu deneyip büyük kitlesel tepkiye yol açtıktan sonra, şimdilik kendisine karşı çıkmış vekilleri ve CHP’lileri zindana atma, Çubuk linci, mafyavari topuktan kurşunlama benzeri yöntemlerden oluşan taktiği uyguluyor.

MHP ve AKP arasındaki CHP’ye ilişkin bu fark küçük de olsa bir görüş ayrılığı. Belirli kritik anlarda büyüyerek bir çatlağa dönüşebilir.

Faşist şefin ABD ve Batılı emperyalistler eksenine bağlılığını yeniden ilanı Ergenekoncu ve diğer ulusalcı destekçileriyle ayrılığını ifade ediyor. Bu kesimin bir bölümü söz konusu ilandan sonra Erdoğan’ı desteklemekten vazgeçebilir.

Krizin ve Kitle Tabanı Erimesinin Siyasi Nedenleri

Kriz elbette başarısızlıklar ve yenilgiler üzerine gelir. Özellikle faşizmde iktidarı yöneten şefin partisinde veya ittifak mensupları arası ilişkide kriz bu siyasal nedenlerle doğar. Tabii ki, gözü dönmüş kapitalist saldırganlığın temsilcisi olarak Erdoğan’ın iktidarı altında ekonomik kriz de siyasal krizin nedenleri içinde yer alır. Ekonomik kriz siyasal krize zemin de sunar.

Fakat biz aslolarak siyasal kriz üzerinde duralım. Çünkü faşizmin siyasal başarısızlıklarının yol açtığı halihazırdaki kriz ile, devamla bunun daha büyümesi, aynı zamanda işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin devrimci çizgide geliştirilmesi için önemli fırsat yaratır.

Birincisi, geçmiş deneyimler göstermiştir ki, özellikle geniş kitlesel temele dayanarak inşa edilen faşist rejimler; komünist, devrimci ve demokratik güçleri ezerek ve yanı sıra dayandığı kitlenin faşist militanlığını ilerleterek kalıcı zafer sağlamaya çalışırlar. Bu zafer tabii ki asla ebedi değildir. Ama pekişen faşist kitle temeli faşist iktidarın uzun süre işbaşında kalmasını, ömrünün uzamasını sağlar.

Hitler, Mussolini ve Salazar rejimlerinin serüveni bunun çarpıcı örneğidir. Yine Franco faşizminin serüveni de bunu başka biçimde kanıtlar. Avrupa sermayesinin soğurarak evrimci tarzda rejim değişikliğine ve kitle eylemlerinin yükselişinin zorlamasına değin Franco faşizmi de kitle temelinin gücü sayesinde on yıllarca ayakta kalabilmiştir. Hala işbaşında olan İran molla rejimi de değişik bir yolla ama bütün devrimci ve demokratik muhalefeti ezip kitle temelini güçlendirerek zafer kazandığı için hala işbaşında. Ancak mücadeleyle yenilgiye uğratılıp yıkılabileceğini kanıtlayan diğer bir örnek.

Erdoğan faşizmi de önce fiili sonra hukuki olarak tek şef yönetimindeki rejimi inşa ederken başlangıçta bütünüyle olmasa da sonrasında hemen bütünüyle sermaye oligarşinin desteğini aldı ve böylece burjuvazinin siyasal krizini dizginlenmemiş faşist terör sayesinde gidermeye ve istikrar sağlamaya çalıştı. Bu nedenle hızlıca demokratik ve devrimci güçleri yok etmeye girişti. Ezerek ve teslim alarak yeni faşist rejimi yerleştirmek isterken aynı zamanda destek kitlesini de olabildiğince faşistleştirmeye çalıştı. Bu çabasında MHP’den ve Ergenekoncu ulusalcılardan tam destek aldı.

Fakat faşist şeflik rejimi, saldırılarına ve savaşlarına rağmen direnişi ezemedi ve bitiremedi. En şiddetli saldırılar zincirinin başlangıcı olan Haziran 2015’ten bugüne, kudurmuşçasına saldırılarına rağmen bu amacına ulaşamadı. Kentte, Kürdistan’da, dağda, işgal alanlarında, zindanda direniş sürdü. Devrimci, demokratik güçler, ağır kayıplar almalarına rağmen direnişi devam ettirebildiler.

Erdoğan faşizminin amacı Kürt ulusal özgürlük hareketi başta olmak üzere komünist ve devrimci tüm direniş güçlerini hızla ezerek, “bölücü” ve terörist” güçler üzerinde Srilankavari zafer kazanmaktı. Bu sayede zirve yapacak şovenizmi de arkalayarak tüm demokratik parti ve kitle örgütleri ile işçi ve memur sendikalarını yasaklamaktı. Zamanın başbakanı Davutoğlu da faşist şefi gibi şovenist ve antikomünist olası zafere 5 ayda ulaşacaklarını dile getirerek, Çöktürme Planı’nı kendisinin hazırladığıyla övünüyordu.

Fakat Erdoğan faşizmi, direnişi değil 5 ay, 5 yılı aşkın zamandır ezemediği, devrimci güçleri ezemediği için, yasal sosyalist ve demokratik partileri, kitle örgütleri ve sendikaları da kapatamadı. Faaliyetlerini yasaklama ve zindana atarak etkisizleştirme saldırganlığıyla sınırlanmak zorunda kaldı.

Erdoğan faşizmi, aynı süreçte burjuva muhalefeti birleştirerek “güçlendirilmiş parlamentarizm”e dönüşü yumuşak geçişle sağlamaya çalışan CHP’ye de planladığı saldırılara sırayı getiremedi. Kürt direnişi ve devrimci hareketi ezememiş faşist şefin CHP’lileri zindana tıkmasına, geniş kitleler destek vermez, tersine, adalet yürüyüşündeki gibi kitle eylemleri doğabilirdi. Bu da CHP kitlesini rejimle uzlaşmaktan ve CHP’den uzaklaştırabilirdi. Saldırılar birkaç CHP’li vekilin tutuklanması, Kılıçdaroğlu ve bazı vekillerinin mafyavari yaralama ve linç saldırılarıyla sindirilmesi düzeyinde kaldı.

2015’ten başlayarak yaklaşık bir yılı aşkın zamanda zafer kazanamayan Erdoğan faşizmi destek kitle kaybıyla yüz yüzeydi. Bu kez de 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” görerek erken doğumla iktidar dalaşında zafere dönüştüren Erdoğan yeniden saldırı dalgasını başlattı. En büyük desteği Yenikapı ruhuyla burjuva muhalefetten alarak parlamentoyu işlev tasfiyesini, tüm yetkileri elinde toplamayı sağlayabildi. Devrimci demokratik güçlere sürekli saldırıyı ve işgalleri gerçekleştirebildi.

Direniş o aşamada da sürdü.

Direnişin sürmesinin diğer bir sonucu da kitle eylemlerinden faşist anayasaya “hayır” tutumuna, seçim kaybettirerek Erdoğan’ı geriletmeye uzanan kitlesel hoşnutsuzluk oldu.

Bu durum aynı zamanda faşizme geniş kitlesel itirazın seçimle başarıya ulaşabileceği yanılgısını da doğurdu.

Faşizme karşı devrimci direnişin sürmesinden cesaret alan geniş kitleler, faşizme teslim olmayı reddettiler. Ama devrimci direnişe katılmak yerine büyük ölçüde burjuva muhalefete seçim kazandırmak yolunda bekleme konumunda kaldılar. Bunda kitlelerin devrimci bilinç ve örgütlenme geriliğinin temel rolü vardı, bu durum devam ediyor.

Direniş, kitle eylemleri ve şimdilik burjuva muhalefet tarafından barajlanan geniş kitlesel itiraz, faşist şeflik rejiminin zafer kazanmasının önlendiğinin de göstergesidir.

Bu durum aynı zamanda faşist şeflik rejiminin kitle temelinin ancak bir bölümünü faşist militanlaşmaya çekebildiği gerçeğini de kapsıyor. Gerek direniş ve gerekse kolaycı yola sapma halindeki geniş kitlesel itiraz, faşist şeflik rejiminin ancak tabanının bir bölümünü militanlaştırabilmesine ama diğer kitleleri desteğe bile çekememesine yol açtı.

Direniş ve kitlesel itiraz faşist şeflik rejiminin temel partisi AKP içinde ve ittifak güçleri arasında krizin doğmasına yol açıyor.

Ekonomik kriz de geniş kitlelerin hoşnutsuzluğunu üreterek faşizmin kitle temelinin pekişmesini engelliyor, kitlesinde çözülmeye yol açan başlıca diğer etken oluyor.

Bütün bu gelişmeler AKP içinde ve AKP ile ittifak güçlerinin ilişkisinde krize yol açıyor. Şimdilik bu en çok kendisini AKP’de şefin hemen altındaki kademede kriz biçiminde gösterdi.

Yanı sıra AKP ile MHP ve Ergenekoncularla krize doğru giden farklılıklar olarak yansıyor. Erdoğan’ın yeni faşizmi için MHP ve Ergenekon desteğine ihtiyaç duyması, faşizm üzerine sıkı anlaşmalarına rağmen, zaten bir zayıflık ögesiydi.

Çok iyi planlanmamış olsa da Erdoğan, ittifak güçlerinin yardımıyla devrimci ve demokratik güçleri ezdikten ve zaferinin sağlayacağı etkiye dayanarak mutlak itaatin olacağı, müttefiklerinin de buna uymak zorunluluğu hissedecekleri, kopmayı göze alamayacakları özelliklere sahip faşizmi inşa etmeyi amaçladı.

Fakat geçen süreçte direnişi yenemediği ve savaşlarla ilhaklarla arzuladığı düzeyde büyük devlet şovenizmini yaratamadığı, yanı sıra ekonomik krizin de etkisiyle, Erdoğan faşizmi, rejimin yönetici partisi içinde krizin doğmasını, yönetici ittifakı içinde krize gidişi engelleyemiyor.

Sonuç Yerine

Bu durumda Erdoğan ve kadroları, “ekonomi ve hukukta reform” söylemiyle, ekonomide uluslararası sermayeye “kabul” bayrağı çekerken, “hukukta reform”la, “yönümüz Avrupa” söylemiyle içeride kitleler içinde faşist rejimin demokratik reform yapacağı beklentisi yaratmaya çalışıyor.

Beklenti yaratma ile koronavirüs krizinden yararlanarak demokratik alanda faşizmin tırpanını daha genişçe sallama ve Güney’de savaş cephesini yeniden güçlendirme işini birlikte yapıyor.

“Çoklu Baro Yasası” ile dernek ve vakıflara el koyarak yönetim ve mülkünü gasp etme yasalarını çıkarıyor. Dahası Güney Kürdistan’da ABD ve KDP desteğinde yeni büyük çaplı savaş saldırısını hazırlıyor. “AHİM kararlarını uygulamama” saldırganlığını, burjuva muhalefete de “yerli-milli ayarı” verme taktiğini ilan ediyor.

“Reform” sözü dünya çapında burjuvazi tarafından ve özellikle AKP tarafından içeriği tersyüz edildiği için baştan temkinliliği zaten gerektiriyor. Fakat yine de beklenti yaratarak kitle desteğinin erimesini durdurma amacıyla söylem olarak ortaya atılıyor. Bu yolla AKP iç krizinin derinleşmesini ve AKP kökenli yeni partilere kitlesinin kaymasını engellemeyi, dahası demokrasi ve politik özgürlük özlemi içindeki geniş muhalif kitlenin “seçimle değişim” beklentisinde çakılıp pasifize olmasını hedeflediği görülüyor.

Fakat bir başka amacının da var olduğunu varsayabiliriz. Özellikle emperyalist çevrelere ve sermaye oligarşisine siyasi alanda burjuva muhalefetin şiddet ve zindan silahıyla tasfiye amacından vazgeçişi niyet ettiği varsayılabilir. “Yerli ve milli muhalefet” ayarı bu vaz geçisin şartı, faşist şeflik rejimini kabullenmeyi burjuva muhalefetin varlık sınırı olarak anlamak gerekir.

Erdoğan faşizmi, reform söylemiyle bunları hedeflerken demokratik ve devrimci güçlere saldırıları yoğunlaştırarak ve savaşlara devam ederek, partisini ve destek kitlesini etrafında faşist tahkimatla birleştirmek istiyor.

Bu koşullarda, AKP ve faşist şeflik rejiminin iç krize düşüşünü mücadele açısından değerlendirmek önemlidir. Krizi antifaşist mücadele açısından değerlendirip değerlendirememek, aynı zamanda Erdoğan faşizminin düştüğü her zor durumda saldırılarla faşist cepheyi etrafında sürükleyebilme taktiğini yenilgiye uğratıp uğratamamanın ölçüsü olacaktır.

Rejim açık terörist diktatörlüğünün zulmüyle ve savaşlarla faşizmin zaferini taçlandırmak istemişti. Faşizmin zaferi önleyen devrimci direnişi, faşizmin tepesindeki iç kriz koşullarında, fiili meşru kitle mücadelesiyle birleştirip faşizmin yenilgisi yönünde geliştirmek, devrimci mücadelenin güncel görevidir.

Bu amaçla birleşik devrimci güçlerin ve Kürt ulusal özgürlük hareketinin “Faşizmi yenelim özgürlüğü kazanalım” hamlesi bu güncel görevi yerine getirmeyi amaçlıyor. Her güncel durumda direnişi geliştirerek sürdürmek, değişen somut koşulların öne çıkarttığı sorun ve talepler ekseninde mücadele olanaklarını değerlendiren politika ve taktikler geliştirmek, bütün güncel çarpışmaları faşizmi yenme amacına bağlamak bu hamlelerin karakteristik özellikleridir. Bu aynı zamanda antifaşist mücadelenin burjuva muhalefet marifetiyle Erdoğan faşizmiyle uzlaşma yoluna sokulmasını önlemenin, halkçı demokratik cepheyi yükseltmenin devrimci yoludur.

Bu güncel göreve devrimci kararlılıkla sarılmak, başarılı mücadelelerin birikimiyle faşizmi yenilgiye götürecek barikatları biriktirmek ve büyütmek, faşist şefin liderliğindeki rejimin iç krizini daha çok büyütecek, kitle desteğinin çözülmesini hızlandıracak, işçi sınıfı, ezilenlerin ve devrimci hareketin özgüvenini ve zafere yürüyüş azmini güçlendirecektir.

Kaynaklar

1 AKP Tekirdağ İl Kongresi konuşması; 13 Kasım 2020, https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdogan-ulkemizde-ekonomide-ve-hukukta-yeni-bir-reform-donemi-baslatiyoruz124

2 AKP Kütahya, Afyon, Batman ve Siirt il kongrelerine yaptığı online konuşma, 21 Kasım 2020, https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-gelecegimizi-avrupa-ile-birlikte-kurmayi-tasavvur-ediyoruz-532879.html

 

 

 

 

 

 

 

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi