Zap, Metîna, Avaşîn: Sömürgeci İşgal Saldırısı, Direniş ve Emperyalizm

Sömürgeci Türk devleti 38 yıldır onlarca kez bütün savaş araçları ve on binlerce askerle giriştiği Başûr’u işgal saldırısına Ermeni Soykırımı’nın temsili tarihi olan 24 Nisan’da bir kez daha başvurdu. Zap, Metîna, Avaşîn alanlarına yönelik işgal saldırısının faşist şef Erdoğan’ın Biden’le yaptığı telefon görüşmesinin hemen ardından başlatılması, işgal öncesi hükümet yetkililerinin İngiltere ve Almanya ziyaretleri bu saldırının da öncekiler gibi Batılı emperyalistlerin onayı ve desteği ile yapıldığını kanıtlamaktadır. Keza işgal girişiminin başlamasından günler sonra faşist şefin dışişleri memuru Çavuşoğlu’nun 6 Mayıs’ta Almanya Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşme sonrası “PKK ile mücadelede etkin iş birliğinin önemini vurguladık” açıklaması bu onay ve desteğin “etkin iş birliği” düzeyinde olduğunu göstermektedir.

Hiç kuşkusuz bu “etkin iş birliği”nden yola çıkarak sömürgeci faşist Türk devleti ile emperyalistlerin bölgesel konularda ve Kürtlere dair birebir aynı politikayı güttüğü sonucu çıkarılamaz. Buna karşın söz konusu olan PKK’yi etkisizleştirmek ve tasfiye etmek olunca, daha önce defalarca kanıtlandığı gibi aynı çizgide buluştukları kesindir.

Bir önceki Garê’ye yönelik saldırıda olduğu gibi NATO ve ABD’nin desteğinin alındığı, KDP’nin her türlü kolaylığı sağladığı, ÖSO çetelerinin “mayın eşeği” olarak öne sürüldüğü, ABD ve NATO’nun bilgisi ve gözetimi altında kimyasal silahların kullanıldığı bu savaşta Kürt özgürlük gerillası olağanüstü bir direniş sergiliyor. İşgal saldırısından on gün sonra faşist şefin sömürgeci saldırı bakanı Hulusi Akar direniş karşısındaki çaresizliğini şu sözlerle dile getiriyordu: "Dağlar, yamaçlar, inmesi binmesi çok zor. Helikopterler yere teker koyamıyorlar. Bugüne kadarki mücadelede yapılması gerekenin hepsi yapıldı. Hava hücum harekatlarında helikopterlerimiz 300-500 sorti yaptı. Maalesef dost bildiğimiz bazı ülkeler PKK'ya füzeler verdiler. Dolayısıyla bunların her biri bizim için büyük bir tehlike, büyük bir risk."

NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip, SİHA ve İHA’larla dünyaya meydan okuduğunu iddia eden, Suriye’den Libya’ya, Ermenistan’dan Başûr’a binlerce ÖSO çetesini kullanan, bu sayede Suriye’de Libya’da, Ermenistan’da dengeleri değiştirdiğini ileri süren bir ülkenin saldırı bakanı PKK’nin elindeki birkaç füzeyi amaçladıkları sonuca ulaşamamalarının gerekçesi yapıyor.

Sömürgeci Faşist Türk Devletinin Stratejik Planı

Garê’ye işgal saldırısı karşısında olduğu gibi gerilla, Zap, Metîna ve Avaşîn alanlarına yönelik çok daha kapsamlı olan işgal girişimine de muazzam bir direnişle yanıt veriyor. Bu ne sömürgeci Türk devletinin ilk saldırısıdır ne de gerillanın ilk direnişi. Belki de sömürgeci faşist Türk devletinin Başûr’a işgal saldırıları ile PKK’nin direnişleri bir çeşit “tarihin tekerrürü” olarak görülebilir.

Kuzey'de olduğu gibi Güney Kürdistan'da da TC'nin vahşi saldırılarına karşı sonuna kadar direneceğiz. TC sömürgeciliğini yenmekte kendimize inanıyor ve güveniyoruz. TC'nin özel savaş yönetimi tam bir sahtekarlıkla ‘Sorun PKK'dir’ diyor. Herkesi PKK'ye karşı kendi safında birleşmeye çağrıyor. Güney Kürdistan'a yönelik saldırısı ile bütün devletleri kendisini desteklemeye ve PKK'yi yok etmeye çağrıyor. Yöredeki KDP ve YNK'yi PKK'ye saldırtmak, geçmişte olduğu gibi çok uluslu bir karşı-devrim cephesi oluşturmak istiyor. Bu konuda herkesi uyarıyor ve faşist-sömürgeci TC'nin halkımıza karşı sürdürdüğü bu duruma alet olmamaya, hatta biraz insani değerlere bağlılık varsa TC'ye karşı çıkmaya çağırıyoruz. Biz TC'nin her türlü faşizmine karşı direneceğimizi açıkça ilan ediyoruz. Kuzey Kürdistan'da yürüttüğümüz savaş bunun kanıtıdır. Güney Kürdistan'daki mevcut kazanımları da sonuna kadar savunacağımızı ve bu kazanımları halkımız ve insanlık çıkarı için kullanacağımızı açıkça belirtiyoruz. Bu temelde tüm Kuzey ve Güney halkımızı birliğe ve mücadeleye, kendisine devrimciyim, demokratım diyen tüm güçleri sömürgeciliğe karşı direniş ittifakına çağırıyoruz.”

Bu açıklama ARGK askeri konseyi tarafından Mart 1995’te yayınlandı. Bugün yapılan değerlendirmeler de bundan farklı değil.

Burjuva Türk devletinin stratejik hedefinin Kürt özgürlük güçlerini tasfiye etmek olduğu buna karşın PKK’nin her defasında bu planı boşa çıkardığı bir tarihsel süreçten geçtik. Kuşkusuz bu süreç düz bir çizgide ilerlemedi. Gerilla mücadelesi ve serhildanlarla sömürgeci Türk devletinin yıkılma riski ile karşı karşıya kaldığı ve ancak NATO desteği ile kendini kurtarabildiği, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yine NATO-CIA desteği ile esir alınmasından sonra PKK’nin dönemsel askeri yenilgi ve ideolojik tasfiye ile yüzleştiği dönemleri geride bıraktık. Çatışmaların durduğu görüşme masalarının kurulduğu zamanlar yaşadık. Her hâlükârda sömürgeci Türk devleti öyle ya da böyle Kürt ulusal özgürlük güçlerini emperyalizmin desteği ile kontrol altına alabileceğini düşündü.

Nihayetinde Türk devletinin ezerek ya da görüşerek Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etme amacı hiç değişmedi.

Rojava devrimi sömürgeci Türk devletinin dengelerini alt üst etti. Şimdi artık Kürt özgürlük güçleri sadece bir gerilla alanına değil devletsel bir yapının oluştuğu bir coğrafyaya hükmediyorlardı. Üstelik Kürt özgürlük güçleri Türk devletinin açık desteği ile insanlığın başına bela olan IŞİD çetesini askeri yenilgiye uğratmaktaydı. Başlangıçta IŞİD çetesinin oluşmasına önayak olan emperyalist koalisyon da şimdi artık ondan kurtulmak için Rojava’daki Kürt özgürlük güçleri ile taktik askeri ittifak kurmak zorunda kalmıştı. Türkiye ve Kürdistan’ın komünist savaşçılarının da daha en baştan itibaren Rojava devrimine katılmaları ve Türkiye devrimci hareketinin yüzünü buraya dönmesine öncülük etmeleri de faşist devleti telaşlandıran olgulardan biriydi.

Sömürgeci Türk devleti son bir görüşme hamlesi ile Kürt özgürlük hareketini tasfiyeye yönelse de bundan sonuç alamadı. Alamazdı zira Kürtlere bir ulusal statü tanınmadan ulusal özgürlük güçleri ile bir anlaşma yapmak mümkün değildi. Oysa sorun tam da buradan kaynaklanıyordu. Kürt özgürlük hareketi ulusal taleplerini en geri noktaya çekse de nihayetinde bir siyasi özerklikte ısrar ediyordu. Burjuva sömürgeci faşist Türk devleti bu düzeyde sınırlı bir egemenlik paylaşımının dahi kendisi için yıkım anlamına geleceğini ileri sürmekteydi.

İmralı görüşmeleri sürerken oluşan anti şovenist atmosferin etkisiyle de Türkiye tarihinin en büyük başkaldırısı olan Gezi-Haziran ayaklanması patladı. Bu da gösterdi ki Kürt özgürlük mücadelesi bütünüyle tasfiye edilemezse Kürtlerin sömürgeciliğe karşı özgürlük mücadelesi Türkiye sathında faşizme karşı özgürlük mücadelesi ile kaynaşarak önü alınamaz bir devrime yol açacaktır.

Yine bu aynı koşullar altında birleşik demokratik cephelerin, HDK ve HDP’nin Türkiye ve Kürdistan’ın ilerici birikimini kendine çekerek fiili meşru mücadele hattında büyüyen bir kuvvet haline gelmesi de dönemim faşist devlet yöneticilerini yeni tasfiye kararları almaya yöneltti.

Sömürgeci devlet 2015’te 20 Temmuz Suruç Katliamı ve ardından 24 Temmuz Medya Savunma Alanları’na (MSA) yönelik saldırı ile birlikte daha önce kararlaştırmış olduğu “Sri Lanka” planını benzer “Çöktürme Planı”nı bir saray darbesi ile birlikte devreye soktu. Tutuklama ve katliam saldırılarında sınır tanımaksızın şehirlerin ve Bakur’daki gerilla alanlarının tam hakimiyet altına alınması, Rojava’nın işgal edilerek buradaki fiili statünün ortadan kaldırılması, MSA’nın kuşatılarak peyderpey ele geçirilmesi, bütün devlet güçlerinin bu amaç doğrultusunda yeniden organize edilmesi, bütçenin ve yasadışı yollardan elde edilen gelirin -uyuşturucu ticareti, altın kaçakçılığı, kara para aklama biçimleri, hazine ve merkez bankası eliyle gerçekleştirilecek döviz oyunları vb.- bu plan doğrultusunda kullanılması planın başlıca unsurları arasındaydı.

Bu doğrultuda bir hayli mesafe aldıkları söylenebilir. Demokratik özerklik hedefi ile atılan adımlar pek çok Kürt kentin tank ve toplarla yıkılması, bodrumlardaki insanların diri diri yakılması gibi en vahşi sömürgeci yöntemlerle bastırıldı. Emperyalistlerin desteği ile geliştirilen askeri teknik donanım sayesinde Bakur’da gerillanın manevra alanı önemli ölçüde daraltıldı. On bini aşan tutuklama ile fiili meşru mücadele alanının etkisi zayıflatıldı. Suruç ve Ankara katliamları ile Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye’nin ilerici devrimci birikiminin birleşme kanalları en kanlı biçimde darbelendi. Efrîn ve Serêkanîye işgalleri ile Rojava devrimine sömürgeci işgal hançeri sokuldu. MSA’daki Xakurkê alanı ve Heftanîn’deki kimi stratejik tepeler sömürgeci devletin denetimine geçti.

Bütün bunlara karşın “Çöktürme Planı” ile murat edilen stratejik hedef, Kürt özgürlük hareketi (KÖH) ve onunla stratejik ittifak kuran güçlerin tasfiye edilmesi gerçekleştirilemedi. Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim zayıflasa da ayakta kalmayı başardı. Gerilla alanlarında eskisi kadar olmasa da sömürgeci işgal güçlerine karşı etkili eylemler yapılıyor. Daha birkaç gün önce Serhat bölgesine yönelik binlerce askerle başlatılan Türk devletinin saldırı hareketi gerillanın dağlardan sökülüp atılamadığının kanıtı. Kürt milislerinin şehirlerdeki etkinliği yeniden canlanıyor. KÖH ile Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin birliği birleşik mücadele alanında yeni ataklarla kendini gösteriyor.

Sömürgeci faşist rejim, “beka sorunu” olarak tarif ettiği “Çöktürme Planı”nda belirlenen stratejik hedefine ulaşmak için varını yoğunu ortaya koymaktadır. Garê’nin ardından Zap, Avaşîn ve Metîna’ya yönelik başlattığı işgal saldırısı bu stratejik hedefin en önemli ve kritik aşamalarından biridir. Eğer Garê’de başarılı olsalardı oraya bir üs kuracaklardı, böylece Zap, Metîna ve Avaşîn’e yönelik işgal saldırısı için koşullar daha elverişli olacaktı.

Garê yenilgisi ile planda değişiklik yaptıkları anlaşılıyor. Şimdi Metîna’da bir üs kurarak bölgedeki işgali kalıcılaştırdıktan sonra Sinke, Begova, Şeladize ve Zaho’daki sömürgeci Türk devlet üsleri ile koordine halinde Garê’deki Prîz, Bergarî, Meyrokê ve Orta Alan’ı ele geçirmeyi hedefliyorlar. KDP’nin desteği ve onayı ile Duhok’un neredeyse bütünüyle Türk devletinin bir işgal karargâhı haline getirilmesiyle birlikte Ninova -Musul’un yanı- ve Şeyhan’da kurulacak yeni işgal üsleri üzerinden giderek Kandil’i kuşatmaya alarak tamamen etkisizleştirmek ve Şengal’le MSA arasındaki, Rojava ile Şengal ve MSA arasındaki bağlantıları bütünüyle keserek KÖH’ü askeri ve siyasi tasfiyeye uğratmak istiyorlar.

Saldırı Yalnızca KÖH’e mi?

Bu saldırı her şeyden önce bütün Kürtleredir. Sömürgeci burjuva faşist Türk devleti Kürtlerin hiçbir yerde bir ulusal statü elde etmesini istemiyor. Bu yönde atılan her adımı bertaraf etmek, her ne pahasına olursa olsun Kürtlerin bir ulusal statü elde etmesini engellemek Türk devletinin iç ve dış politikasının başlıca yönlendirici amacıdır. Efrîn’den Xakurkê’ye bir tampon bölge oluşturarak Bakur ile Rojava ve Başûrê Kurdistan’ın ilişkisini kopararak parçalanmış Kürdistan’ı yeniden parçalamayı; Başûr ve Rojavayê Kurdistan’ı giderek ilhak etmeyi başlıca hedef haline getirmiş bulunuyorlar. Kurmayı tasarladıkları tampon bölgede ne yapmak istediklerinin en somut biçimi Efrîn ve Serêkanîye’de görülüyor. İşgal alanlarında Kürtleri göçerterek yerlerine Arap ve Türkmenleri yerleştirerek buraları Kürtsüzleştirme politikası izliyorlar. Başûr’da ise işgal ettikleri alanlarda Kürt köylülerini zorla göçerterek buraları insansızlaştırmayı ve kuracakları yeni üslerle burada doğrudan askeri denetim sağlamayı ve KDP’yi buradaki hegemonyalarının taşeronu olarak kullanmayı hedefliyorlar. Böylece Kürdistan’ın üç parçası, Bakur, Rojava ve Başûr arasındaki toprak birliğini ve ulusal bütünlüğü ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar.

Bu stratejik amaçlarına ulaşabilmek için öncelikle Rojava’da YPG’yi Bakur ve Başûr’da PKK’yi askeri yenilgiye uğratmaları gerekiyor. Okun sivri ucu elbette PKK’yedir. PKK, MSA’da askeri olarak yenilirse Rojava’da işlerinin çok daha kolaylaşacağını düşünüyorlar. Başûr’un Türk devleti tarafından işgal edilmesi amaçlı bu son saldırı karşısında İran’ın hayırhah bir tutum alması İran sömürgecilerinin PKK’nin yenilgisi ile Rojhilat’da rahat bir nefes alma düşü kurduklarının işaretidir.

Görülüyor ki saldırı bütün Kürtleredir ve PKK gerillası bütün Kürtler adına direniş mevziisindedir.

Yukarıda da geçerken belirtildiği gibi “Çöktürme Planı”nın ana hedeflerinden biri de Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye devrimci-demokratik ve sosyalist hareketi arasındaki bağı koparmaktı. Burjuva faşist Türk devletini bütün tarihi boyunca en çok korkutan durum Kürt ulusal özgürlük mücadelesi yürütenlerle Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının devrimci öncülerinin politik özgürlük bayrağı altında birleşmeleridir. Nitekim 2015 20 Temmuz’unda Rojava’nın inşasına katkı yapmak için yola çıkan sosyalist gençlerin IŞİD eliyle katledilmesi ile faşist saray darbesinin ilanı, Serêkanîye işgali sırasında savaş uçakları ile bombalanan ilk yerin MLKP’nin Şehit Serkan Tosun Taburu olması burjuva Türk devletinin böyle bir birlikten duyduğu öfke ve korkusunun düzeyini göstermiştir. Zap, Metîna ve Avaşîn alanlarına yapılan saldırı bu birleşme zeminini dinamitlemeye yöneliktir de. Bu nedenle Başûr’da Türk devleti ile PKK arasındaki savaş ne sadece PKK ile sömürgeci Türk devleti arasında ne de Türk devleti ile bütün Kürtler arasındadır. Bu saldırı Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimimiz arasındaki bağı koparmayı, devrimci birliğimizi boğmayı hedefliyor. MSA’da direnen, savaşan gerilla birleşik devrimimizin gerillasıdır, birleşik devrimimizin zaferi için varını yoğunu ortaya koyuyor.

Tam da burada belki konudan biraz uzaklaşmak pahasına PKK gerillasının silahlı direnişinin Türkiye devrimi için önemine bir başka açıdan değinmekte fayda var. Kapitalizmin içinde debelendiği varoluşsal kriz koşullarında dünyanın dört bir tarafında işçiler, gençler, kadınlar ve bütün ezilenler ayaklanıyorlar. Pandemi öncesi aynı anda kırk ülkede ayaklanma vardı. Pandemi süresinde zenginlerin serveti katlanırken emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları daha da beter hale geldi. Sınıf ve cins çelişkisi olağanüstü düzeyde keskinleşti. Buradan da çıkarabiliriz ki dünyamız yeni ve çok daha güçlü ayaklanmalara gebe. Nitekim Kolombiya ayaklanması bu gelişmenin işaretlerinden biridir. Bütün bu ayaklanmaların temel eksiği devlet güçleri karşısında örgütlü birleşik silahlı direnişin yokluğudur. Böyle bir direniş dinamiğinden yoksun kaldıkça ayaklanmacıların başarıya ulaşmaları mümkün olmayacaktır.

Türkiye emekçileri salgın ile birlikte daha da ağırlaşan ekonomik krizin pençesinde kan ağlarken diğer yandan kaynakların işgalci sömürgeci savaşa ayrılması nedeniyle çok daha büyük bir yükün altına sokulmaktadır. 2016’da 15 milyar dolar olan saldırı ve işgal sanayi beş yılda beş kat artarak 75 milyar dolara ulaştı. Faşist şef Erdoğan’ın fiyatların yüksekliğinden şikâyet eden halka “Bir mermi kaç paradır, siz biliyor musunuz”, “Bir F-16 ne kadar benzin yakıyor” demesi, “128 milyar dolar nerede?” sorusuna yanıt veren Merkez Bankası Başkanı’nın da “O SİHA’lar, İHA’lar parasız uçmuyor. O askerler oraya bedava gitmiyor” açıklaması emekçilerin işsizlik ve geçim sorununun işgalci sömürgeci politikayla, Kürt düşmanlığı ile ne derece bağlantılı olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. 

Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de bir halk ayaklanmasının nesnel zemini giderek daha da güçlenmekte ve kendiliğinden patlamalar için koşullar daha elverişli hale gelmektedir. Böyle bir ayaklanma sürecini Birleşik Devrim Hareketi ile karşılamakla kuşatma altına alınarak manevra kabiliyeti daraltılmış bir gerilla kuvveti ile karşılamak arasında niteliksel fark olacağı açıktır. MSA’yı işgalin bir amacı da Türkiye ve Kürdistan’da gelişecek olası bir ayaklanmanın silahlı biçimler almasını önlemektir. Burjuvazi silahlı Kürt direnişini ezerek her türden silahlı biçimin imkansızlığını emekçilerin bilincinde egemen kılmak istiyor. Buradan çıkarabiliriz ki MSA’ya işgal harekâtı siyasi olduğu kadar ideolojik bir tasfiye saldırısıdır da.

Kendisini sol ya da sosyalist olarak adlandıran kimi Türk siyasi çevreleri PKK’nin tasfiye edilmesi ile yasal demokratik mücadelenin önünün açılacağı beklentisi içinde olabilirler. Oysa PKK ve Türkiye devrimci hareketinin fiili tasfiye düzeyi ne kadar derinleşirse demokratik hak ve özgürlükler o denli kısıtlanmış, politik İslamcı faşizmin yaşam alanları üzerinde hakimiyet kurma hamleleri o denli sıklaşmış olacaktır, zira kendilerini durduracak, sınırlayacak devrimci güçler de yoktur artık. Eğer bugün her şeye rağmen fiili meşru mücadele için sokaklar zorlanabiliyorsa bu devrimcilerin her alanda faşizme karşı direnişlerinin bir sonucudur, öyle dolaylı filan değil doğrudan bir sonuçtur bu. Sömürgeci Türk devleti Amed ve İstanbul’a hâkim olmak için MSA’ya saldırıyor. Sömürgeci Türk devleti MSA’yı tasfiye etmeyi başarırsa Türkiye’de faşizm hiç olmadığı kadar zincirlerinden boşalmış olacaktır.

Sosyal şovenist Türk solcularını bir kenara bırakalım, Türkiye’nin anti-faşist emekçi solunun vurdumduymazlığı, sessizliği şaşırtıcıdır. MSA’da gerillanın etkisizleştirilmesi Türkiye ve Kürdistan devriminin bugüne kadar olduğundan çok daha büyük bir tasfiyesine yola açacağı açıkken sanki Zap, Metîna ve Avaşîn’de lokal bir çatışma oluyormuş gibi ilgisiz kalmak bir çeşit siyasi akıl tutulması olsa gerek.

Emperyalizme Karşı Mücadele

Türkiye’de pek çok ilerici çevre YPG’nin ABD ile kurduğu taktik askeri ittifakı Rojava devrimine ilgisiz kalmanın gerekçesi yapıyordu. Bunun IŞİD çetelerine karşı belli şartlarda oluşmuş taktik bir ittifak olduğunu kavramak istemiyorlardı.

Sömürgeci Türk devletinin daha önceki Başûr’daki gerillaya saldırılarında olduğu gibi bu son saldırısının da ABD ve NATO desteği ile gerçekleştirildiği, İngiltere ve Almanya’nın saldırıya onay verdiği apaçık ortada.

Bu kimilerine göre büyük bir çelişki olarak görülebilir. Evet bir çelişki olduğu doğru fakat bu eşyanın tabiatından doğan bir çelişkidir.

Emperyalist koalisyon Rojava’daki varlığını sürdürmek istiyor, bunun için de dayanabileceği yegâne güç YPG’dir. Buna karşı YPG’nin bağlı olduğu siyasi yapı Rojava’daki halkçı demokratik devrimi geliştirmek ve Suriye sathına oradan da Ortadoğu’ya yaymak istiyor. Elbette bu emperyalizmin çıkarına çomak sokmak anlamına geliyor. Bu nedenledir ki YPG’nin devrimci damarını kesmek için emperyalist koalisyon büyük gayret göstermektedir. ENKS’nin Özerk Yönetim’e dahil edilerek Rojava’nın Başûrlaştırılması girişimi bu yöndeki adımlardan sadece biridir. Emperyalist koalisyonun asıl hedefi PKK ile YPG arasındaki bağı kesmektir. Bu nedenle Şengal ve MSA’da PKK’ye yönelik saldırılarında Türk devletine açık destek vermekten çekinmemektedirler. MSA’ya işgal harekâtı ABD ve NATO’nun suç ortaklığıyla gerçekleştirilmektedir. Sömürgeci Türk devleti ile emperyalist koalisyon PKK’nin silahlı bir güç olarak tasfiye edilmesi konusunda amaç birliği içindedirler. Kürt gerillası sömürgeci Türk devletinin yanı sıra emperyalist koalisyona karşı da direnmektedir. Gerillanın direnişi aynı zamanda antiemperyalist bir direniştir.

Elbette Rojava konusunda emperyalist koalisyon ve Türk devletinin pozisyonu aynı değil. Emperyalist koalisyonun lideri ABD, Türk devletinin 30 kilometre derinlikteki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi topraklarını işgal etmesine ve bu işgal alanlarının Kürtsüzleştirilmesine, böylece Türk devletinin resmi sınırının güneyinde özerk bölgenin toprak ve ulusal birliğini ortadan kaldırmasına onay verdi. Buna karşın ABD geri kalan alanlarda Özerk Yönetimin varlığını sürdürmesini istiyor. ABD emperyalizmi burada üstlenerek hem İran’ı bölgeden uzaklaştırma, İsrail’in güvenliğini sağlama ve hem de aynı zamanda Rusya’yı sınırlama hedefine ulaşmak istiyor. Türk devleti ise Özerk Yönetim’in bütünüyle tasfiye edilmesini başlıca hedef haline getirmiş durumda. ABD emperyalizmi hem kendi çıkarları gereği hem de Türk sömürgeciliğini teskin etmek amacıyla Özerk Yönetim’in devrimci damarını keserek onu Türk devleti için kabul edilebilir hale getirmeyi tasarlıyor. MSA’nın ve Şengal’in tasfiyesi, MSA ile Rojava sınırının gerillaya kapatılması hedefi ile Türk devletinin başlattığı saldırılara yol veriyor.

Emperyalistlere biat etmeyen gerillanın tasfiye edilmesi ile olası bir Kürt devrimi ve bu devrimin Ortadoğu’ya yayılması tehdidi ortadan kaldırılmış olacak. Türk burjuvazisi gibi dünya burjuvazisi de sosyalizmi hedeflediğini belirten silahlı bir gücün olası halk ayaklanmaları zincirinde belirleyici bir halka olmasından endişe ediyor. Rojava devrimi böyle bir gücün belirli koşullar altında nasıl da emperyalistlerin ve sömürgecilerin planlarını alt üst edebildiğinin parlak bir örneği oldu. Bu türden bir devrim sürecinin Türkiye’de yaşanması halinde bunun dünyadaki etkisi Rojava’dakinden çok daha sarsıcı olacaktır. Emperyalist burjuvazi elbette bunun hesabını yapmaktadır. Faşist şefle aralarındaki uzlaşmazlıklar ne denli artarsa artsın söz konusu olan Kürt devrimci dinamiğini ezmekse Türk burjuvazisine her türlü desteği vermekten geri durmamaktadır.

Uluslararası bütün anlaşmaları çiğneyerek Başûr’u işgal etmeye girişen, burada üs kuracağını açıkça dile getiren sömürgeci Türk devletinin bu girişimine Almanya’nın “Kuzey Irak’ta uluslararası hukuka aykırı bir durum yok” demesi, desteğin sadece görmezden gelmek biçiminde değil teşvik edici içerikte olduğunu gözler önüne seriyor.

Hal böyleyken, YPG’yi ABD ile taktik askeri ittifak kurduğu için Rojava devrimine sırt çeviren kendilerine sol sosyalist diyen kimi sol çevreler emperyalist ABD ve NATO’nun açık desteğini alan Türk devletinin işgal saldırısına neden ses çıkarmıyorlar? Söz konusu işgalci saldırı ve direniş Latin Amerika ülkelerinden birinde gerçekleşseydi bu çevreler kınama bildirileri yazmak için sıraya girerdi. Açık ki bunların derdi antiemperyalizm değil, bunlar antiemperyalizmi Türk sosyal şovenizmlerinin peçesi olarak kullanıyorlar.

Türkiye ve Kürdistan’ın bütün ilerici, devrimci antifaşist kurumları, aydınları, parti ve örgütleri Türk devletinin MSA’ya faşist işgalci saldırısına karşı gerillanın yanında, safında olmalıdır. Gerillanın direnişi yalnızca Kürt ulusunun sömürgeciliğe karşı değil Türkiye’nin anti faşist direnişidir. Türkiye’nin her yerinde bu direnişin sesi soluğu olmak günün başlıca anti faşist görevidir. Gerillanın kazanacağı zafer Kürdistan ve Türkiye işçi sınıfı ve ezilenlerinin zaferi, faşizmin alt edilmesi için atılmış devasa bir adım olacaktır.

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi