ABD’de Din, Bilim, Evrim

I. Dar 21. Yüzyıl Kadrajından ABD’de Din

Giriş

“Haritayı görmüşsünüzdür... 2 Kasım’dan sonra internette boy gösteren yüzbinlerce kişinin birbirine elektronik posta ilettiği Kuzey Amerika haritasından söz ediyorum. Bu haritaya göre John Kerry’e oy veren Kuzey Doğu ve Batı eyaletleri ile Pasifik ortasındaki Hawai, Kanada’ya katılıp ‘Kanada Birleşik Devletleri’ oluvermişler. George Bush’u ikinci kez başkanlığa getiren Orta ve Güney eyaletleri ile kıtanın kuzey batı ucundaki Alaska ise farklı bir renge boyanıp farklı adı almış: Jesusland, yani ‘İsa diyarı’”...

Milliyet Gazetesi Washington temsilcisi Yasemin Çongar, oğul Bush’un ikinci kez ABD başkanı seçilmesinin ardından, ABD’nin dinsel ve siyasal gericilik tablosunu yukarıdaki gibi betimliyor; ve burjuva laisist bir endişeyle şu soruyu soruyordu: “ABD ‘İsa diyarı’na doğru mu gidiyor?” Yersiz ve anlamsız bir soru değil... Gerçekten ABD nereye gidiyor? Bir ‘İsa diyarı’na doğru mu gidiyor? İkinci bir İsrail mi oluyor yoksa? Bir din devleti haline mi geliyor? ABD laik ve dinci Amerika olarak bölünüyor mu? Nev-i şahsına münhasır Amerikan laiklik sistemi çöküyor mu? Din ile bilim, evrim teorisi ile bilinçli tasarım (aynı anlamda yaradılış teolojisi, inancı) dinsel safsatası arasındaki tartışma ne anlama geliyor? Evangelistler ve Bush yükselen dinsel gericilik tablosunun neresinde duruyor?..

Her şeyden önce tüm bu sorular ve aynı konuda üretilecek pek çok soru daha kaynağını ABD’nin bugünkü gerçeğinden alıyor. ABD’nin bugünkü gerçeği nedir? 21. yüzyıl ABD fotoğrafına baktığımızda, ilkin ABD’yi Evangelist-köktendinci kimliğiyle ve başkan olarak yöneten George W. Bush’u görüyoruz. Bush ABD’nin güncel gerçeğini çok çarpıcı biçimde resmediyor aslında. ABD başkanı mesihvari bir figür olarak arz-ı endam ediyor. Bush Tanrı’yla konuştuğunu söylüyor, siyasette sırtını tanrıya dayıyor; İsa’yı, tanrıyı, Hristiyan-Evangelist cemaatleri yanına alıp dünyayı fetih seferlerine çıkıyor. Emperyalist saldırganlık ve işgali “tanrının emri, isteği” lakırdılarıyla Amerikalılara ve dünyaya yutturmaya çalışıyor. ‘Haçlı Seferleri’nden dem vuruyor. Emperyalist paylaşım savaşlarına dinsel söylev gerekçeleri üretiyor, fetvalar veriyor.

Oğul Bush açık Evangelist dinci kimliğiyle dinsel gericiliği hem iç hem de uluslararası (emperyal) siyasetle ana politik tema ve araç olarak kullanıyor. Emperyalist “haçlı seferleri” saldırganlığına uygun ve koşut olarak içeride/ABD’de dinsel gericiliği daha etkin, güçlü kılıyor. Dinsel gericiliği her alanda körüklüyor. Kürtajı yasaklamaya çalışıyor. Yaradılış safsatasını ‘akıllı tasarım’ adıyla bilimsel teori katına yükselterek eğitim müfredatlarına sokmak için çaba harcıyor. Din ve kilisenin toplumsal-siyasal-kamusal alandaki etkinliğini destekliyor, genişletmeye çalışıyor. Beyaz Anglo Sakson Protestan (WASP) ve özellikle radikal evangelik-ideolojik perspektiften ABD’deki Müslümanları sıkı bir baskı, asimilasyon ve dönüştürme uygulamasına alıyor. Evangelizme, WASP’e, ABD’nin emperyal kimlik ve çıkarlarına göre bir İslam tarif etmeye ve yaratmaya girişiyor. Politik İslam ve bir tüm olarak İslam ABD tarafından stratejik düşman ilan ediliyor.

“Yeni Ortaçağ”ın Emperyal Merkezi: ABD

21. yüzyıldaki ABD fotoğrafı bize ‘yeni ortaçağ’ın da açık bir fotoğrafını veriyor. İster yeni ‘ortaçağ’ kavramlaştırmasının kadrajından bakalım, isterse emperyalizmin alacakaranlığı gerçeğinden bakalım; aynı gerici karanlık tabloyu ve gerçekleri görüyoruz. Son yarım yüzyılda kapitalist-emperyalist dünyanın bir numaralı lideri olan ABD bütün bir emperyalist sistemin şekil ve yön kazanmasında hala başat rol oynamaya devam ediyor. ABD bugün dünya kapitalizminin serdümenidir ve dünya gericiliğinin de ana karargahıdır. Dünya jandarması ABD aynı zamanda emperyalist küreselleşme sürecini sürükleyip götüren lokomotiftir. Bu bağlamda ABD emperyalist gericiliğin ve ‘yeni ortaçağ’ın da merkezidir. ‘Yeni Ortaçağ’, emperyalizmin alacakanlığından başka bir şey değildir. Emperyalist kapitalizmin çürümesinin ve gericileşmesinin doruğa varmasının bir ifadesidir. Kapitalist barbarlığın ve burjuva egemenliğin geldiği son düzeyi gösterir.

‘Yeni Ortaçağ’ın karanlığına 20. yüzyılın sonlarında sosyalizm ışığının sönmesiyle girildi. Başka bir anlatımla 20. yüzyıl sosyalizminin yenilgisi ve dünya sahnesinden geri çekilişi, ezilen insanlığın umut ve bilinç dünyasını kararttı. Bu ‘güneş tutulması’ döneminde eskatolojik bir karamsarlık hızla dünya insanlığının bilincine is gibi çöktü. Kapitalizmin ezilen ve sömürülen kitleleri perperişan eden tahripkar saldırıları, umut ve ideal kırılması koşullarında lanetli bir kaderciliğe, çaresizliğe, değersizleşmeye, akılsızlaşmaya ve hiçleşmeye yol açtı. Alternatifsizlik, çaresizlik, kötümserlik, kadercilik basamaklarından yeni bir köleleştirmenin yolu döşendi. Dinsel mistisizmin kapıları ezilen, baskı gören, horlanan, sömürülen kitlelere sonuna kadar açıldı. Ezilen ve sömürülen milyonların dine, tanrıya, güçlüye sığınma ve itaat etmesi zorlandı, teşvik edildi. Emperyalist efendiler, toplumsal çöküş ve özgüven yıkımı yaşayan kitleleri, tarihsel gericiliğin kadim ideolojisi dinle avlamaya, afyonlamaya ve kapitalizmin hizmetine koşmaya girişti. Emperyalist küreselleşme, tarihsel gericiliğin tüm biçim ve birikimlerini arkalayarak şaha kalktı. Dinsel akım ve cemaatler politik-toplumsal alanda daha etkin aktörler olarak yer almaya başladı.

Bugün sosyalizmin geçici yenilgi koşullarının beslediği umut ve ideal boşluğu, yeni gericilik biçimleriyle distopyalarla (karşı ütopya) ikame edilmeye çalışılıyor. Ezilen ve sömürülen büyük insanlık kapitalizmin gericiliğine ve barbarlık içinde yokoluşuna mahkum edilmek isteniyor.

Dünyanın efendileri monarşiden teokrasiye, sömürgecilikten işgale, işkenceden toplama kamplarına, katliamdan soykırımlara, dinden postmodernizme, milliyetçilikten yeni ırkçılığa, faşizmden yeni engizisyon cezalandırmalarına değin her türden gericilik ve zorbalık araçlarına müracaat ediyor. Bu kopkoyu gericilik döneminde/çağında, dünya egemenleri daha çok geriye dönüş yapıyor. Ortaçağ karanlığını, onun araç, zihniyet ve yöntemlerini yardıma çağırıyor. Ortaçağ gericiliğiyle emperyalist gericiliği kaynaştırıyor. Burjuva karşı devrimciliği tarihsel gericiliğin tüm biçimlerini gözden geçiriyor, tarihsel gericiliğin avadanlığından aldığı ortaçağ aletlerini modern bir ambalajla paketleyerek mutlak egemenlik amacıyla kullanıyor. Örneğin ortaçağ engizisyon dönemindeki gibi işkencenin yasal bir hale getirilmesi ABD,

İsrail ve dünyanın pek çok yerinde gündeme getiriliyor, tartışılıyor. Dahası ABD kitlesel işkenceyi gizli genelgeler ve buna uygun yaratıcı fiili biçimlerde halihazırda yaygınca kullanıyor. Çok açık bir biçimde saptıyoruz: Burjuva demokrasisi burjuvaziye, dünyanın efendilerine bol ve lüks geliyor. Emperyalist küreselleşme daha fazla gericilik, zorbalık, hukuksuzluk vb. üretiyor.

Dinsel gericiliğin, ideolojinin, siyasetin, kamusal ve toplumsal hayatın önde gelen bir aracı haline getirilmesi, etkince kullanıma sokulması da ‘yeni ortaçağ’ın tipik göstergelerinden biridir.

ABD’de buna bağlı olarak, yeni bir dinsel yükseliş dönemi yaşanıyor. ABD dinsel kimlik ve nitelik bağlamında yenileniyor. Emperyal yılan bir kez daha deri değiştiriyor. 1980’lerde Reagan’la başlayan yeni dinsel “uyanış”/yükseliş SSCB ve Doğu Bloku’nun çözülüşünün ardından daha da ivme kazandı. Oğul Bush dönemiyle beraber dinsel gericilik yeni bir evreye ulaştı. Bugün ABD’deki yeni dinsel yükselişin başını köktendinci Evangelist kimliğiyle George W. Bush ve Evangelist-siyonist bir gücün merkezinde durduğu neo-con’lar (yeni muhafazakarlar) çekiyor. Neo-con’lar 1980’lerde başlayan dinsel gerici yükselişle, muhafazakarlıkla, neo-liberal yükselişin bir ürünü ve sentezidir/bileşkesidir. Yeni muhafazakarlık, yeni dinsel uyanış hareketiyle irtibatlı ve alışverişlidir. Yeni muhafazakarlık, ABD toplumuyla interaktif bir ilişki yürütüyor. Bush’un iki kez başkan seçilmesinde petrol tekellerinin yanında evangelik kilise ve cemaatlerin de çok belirleyici payı olduğu biliniyor.

ABD emperyalizmi, Bush ve neo-conlarda cisimleşen yeni dinsel yükselişi emperyal bir kimlikle kaynaştırmasının çimentosu ve siyasal-toplumsal gericiliğin büyütülüp kemikleştirilmesi için kullanıyor. Üstelik ABD bunu ilk kez yapmıyor. ABD tarihi aynı zamanda “dinsel uyanış”ların/ yükselişlerin ABD rejimini karşıdevrimci bir istikamette ve içerikte reforme ettiği, biçimlendirdiği tarihtir. Bugünkü dinsel gericiliğin yükselişi ABD’nin emperyalist yönelim ve pratiklerinden bağımsız değildir. Dışarıda emperyalist sömürgeleştirme savaşlarında ve içeride sosyalizm ve emekçi sınıf hareketlerine karşı kullanılan din, Amerikan ideolojisinin en kullanışlı aracı ve ayırıcı özelliklerinden birini temsil eder. Din Amerikan ırkçılığının da temel bileşenlerinin başında gelir. Dün olduğu gibi bugün de ABD, dini siyasetin ana izleği ve bileşeni olarak kullanıyor.

Yeni muhafazakar ideologlar ve stratejistler tarafından oluşturulan oğul Bush Doktrini, dini ‘ahlak merkezli dış politika’, ve ‘inanç merkezli dış politika’ gibi kavramlaştırmalarla uluslararası/dış siyaset alanına taşıyor. Dinsel alaşımlı siyaset Amerikan emperyal ideolojisinde giderek daha çok ön plana çıkıyor. Yeni muhafazakarlığın temel kaynaklarından biri dindir, özellikle de Protestan Hristiyanlıktır.

Yeni muhafazakarlık radikal evangelik ve siyonist-yahudi bir dinsel bağnazlığı ideolojik referans alıyor ve bunu güncel Amerikan ideolojisi olarak yükseltmeye, kurumlaştırmaya, kimlikleştirmeye çalışıyor. Kuşkusuz ki, yeni muhafazakarlık Amerikan ideolojisinin arka planını/kökünü oluşturan Takdir-i İlahi (Manifest Destiny) öğretisini ABD’nin emperyalist çıkarlarına uyumlu hale getiriyor, öğretiyi güncelleştiriyor. 19. yüzyılda ortaya atılan Manifest Destiny öğretisi, dünyaya demokrasi götürmeyi ve yayılmayı ABD’nin ‘kaderi’ ve ‘misyonu’ olarak tanımlayarak emperyalist politikaları meşrulaştırdı. Neo-conların ‘inanç merkezli doş politika’ argümanı bu doktrinin güncel bir varyasyonundan başka bir şey değildir.

Öte yandan ‘uygarlıklar çatışması’ stratejisinin de kaynağı anılan Takdir-i İlahi öğretisine uzanıyor. Uygarlıklar çatışması stratejisi de güncel Amerikan ideolojisine son derece uygun ve elverişlidir. ABD’nin emperyalist saldırganlığına ideolojik-siyasi kılavuzluk etmektedir. Hâlihazırda İslam coğrafyasına ve dinine karşı yürütülen topyekun emperyalist savaş ‘inanç merkezli dış politika’, ‘uygarlıklar çatışması’nın da ta kendisi oluyor. İslam ve islam coğrafyasına karşı ABD’nin yürüttüğü “uygarlık savaşı” Amerika’da yükselen dinsel gericiliği daha fazla motive ediyor, azdırıyor. Açık veya örtük uygarlıklar savaşı köktendinci hareketi geliştiriyor, besliyor. Evangelist kiliselerde ‘Müslümanlarla savaşmak üzere’ eğitilen küçük çocukların görüntüleri TV’lerden dünyaya yayılıyor.

Politik islamın ABD’yi kendi evinde yüzyılın baskınıyla vurduğu 11 Eylül, dinsel gericiliğin yükselişi ve evrimi bakımından bir dönemeç kabul edilebilir/edilmelidir. Zira 11 Eylül öncesi dünyada dinsel gericiliğin yükselişi esasen iki merkezli bir görünürlüktedir. Dinsel gericilik, İslam coğrafyası ve ABD merkezli bir yükseliş gösteriyordu. 11 Eylül’den sonra dinsel gericiliğin daha çok dünyasallaştığını, çapı ve derinliğiyle büyüyüp evrenselleştiğini söylemek mümkündür. ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin Afganistan’ı Irak’ı işgal etmesi, ABD ve Batı emperyalizminin İslam’ı “uygarlaştırma”, “Ortadoğu’yu demokratikleştirme” saldırganlığı Batı Hristiyan dünyası ile Doğu İslam dünyasını karşı karşıya getiren bir görünüm ve kamplaşma yaratıyor. Aslında bir bakıma ABD’nin istediği oluyor. Din ve uygarlıklar çatışıyor. 2006 başlarında patlak veren karikatür krizi, adeta bir din savaşları ve gerilimleri çağının görünümünü sunuyordu. Sanki ortaçağ yeniden diriliyordu. Din-uygarlık savaşları atmosferi oluşuyordu.

Tarık Ali, 11 Eylül baskınından sonra yazdığı “Fundamentalizmler Çatışması” kitabıyla Bush ve Bin Ladin’le simgelenen köktendinci politik bağnazlığı betimlemeye ve analiz etmeye çalışıyordu. Bugünkü tablo Tarık Ali’nin betimlediğinden çok daha ileri boyutta ve farklıdır. Sorun bir ‘fundamentalistler çatışması’nın boyutlarının ve konseptinin ötesindedir. Gerçek görünenin arkasındadır. Gerçek ise, ABD’nin dünya imparatorluğu için başlattığı sömürgeci yeniden paylaşım savaşıdır.

Afrika ve Asya’da meydana çıkan lokal Hristiyan-Müslüman halklar arası boğazlaşmalar, karikatür kriziyle açığa çıkan ve daha da boyutlanan halklar arası gerilim ve düşmanlaşma eğilimleri ve edimleri, ABD’nin ‘uygarlıklar savaşı’ stratejisinin bir sonucudur. Karikatür krizinin arka planında dinler arası bir savaştan öte, Batı emperyalizminin İslam coğrafyasını yağmalama, sömürgeleştirme ve bunun için öncelikle İslam’ı terbiye etme ve tümüyle Batı kapitalist sistemine uygun/uyumlu hale getirme amacı duruyor. ABD tüm batı medeniyetinin “İslam terörizmi”nin tehdidi altında olduğu korkusunu yayarak, bu tehdit konseptiyle Batı emperyalizmini ve Hristiyan toplumları kendine yedekliyor veya yedeklemeyi amaçlıyor. Papa’nın İstanbul ziyaretiyle Ortodoks Kilisesi’ne barış dalı uzatması da aynı stratejinin güncel bir parçası olmaktadır.

ABD’nin Batı emperyalizmini sömürgeci yağma ve paylaşım savaşına değişik düzey ve ittifaklarla dahil ettiğini vurgulamak, ‘medeniyetler çatışması’ stratejisini pratikleştirmede belli bir performans kaydettiğini görmek gerekiyor. Bugün tüm Batı emperyalizmi İslam coğrafyasına karşı yürütülen ‘medenileştirme’ (sömürgeleştirme) stratejisinde yan yanadır. ‘Haçlı miğferi’ altında birleşmiştir. İslam, ıslah edilmesi ve dönüştürülmesi gereken din-uygarlık olarak Batı emperyalizminin, özellikle ve öncelikle ABD’nin hedef tahtasındadır. ABD “ılımlı İslam”, “İslam’ın demokratikleştirilmesi” ve toplamda Büyük Ortadoğu Projesiyle İslam’ı kendine göre terbiye ve ıslah etme edimlerini her yoldan sürdürüyor.

Din-uygarlık görünümlü ve ortaçağın din savaşlarının dirilişini anıştıran bu dinsel kutuplaşma tablosu aslında ABD ve Batı emperyalizminin “Büyük Ortadoğu”yu paylaşma savaşının ideo- politik bir örtüsünden başka bir anlama gelmiyor. Ortaçağ’daki din savaşlarının da salt ve yalnızca din savaşları olmadığı, çağın küresel/bölgesel güçlerinin/devletlerinin bir hegemonya, sömürgeleştirme ve paylaşım savaşları olduğu biliniyor.

Bush’un ‘haçlı seferi’ lakırdısı bir laf-ü güzaf değildir. Bilakis ‘haçlı seferleri’ söylemleri öncelikle ABD Hristiyan toplumu olmak üzere bir bütün olarak Batı emperyalizminin derin Hristiyan ve sömürgeci ruhuna hitap ediyor. Bush ve neo-con’lar Batı emperyalizmi ve Hristiyan toplumlarını ruhundan, damarından yakalıyor; halkları pis, haksız sömürgeci paylaşım ve hegemonya savaşına din-tanrı adına sürüklüyor. Dini-tanrıyı sömürgeciliği meşrulaştırmanın aracı yapıyor.

Bush/ABD emperyalizmi, işgal ettiği Irak’ta tankların üzerine Hristiyan haçlı seferlerinin alametlerini koyuyor, haçlı seferlerinin sloganlarını yazıyor ve göndermelerde bulunuyor. Irak halklarını bombalayan ABD uçakları Hristiyan papazlar tarafından dualarla ve istavroz çıkarılarak kutsanıyor. ABD camileri vuruyor, bombalıyor, İslam’ın kutsal kitabını Guantanamo’nun hücrelerinde tuvaletlere atarak aşağılıyor, İslam’ın kutsal değerleriyle oynuyor, onları aşağılıyor. İslam’ı ıslah etmek amaçlı çok yönlü projeler geliştiriyor. Bu maksatla, Evanjelistler tarafından yeni bir Kuran (ismi Furkan) dahi hazırlandı. Emine Vadud örneğinde olduğu gibi kadın imam icat ediyor ve kullanıyor. Kadın-islam sorunsalını ideolojik-psikolojik savaşın temel bir argümanı haline getiriyor. Bu konuda Batı emperyalizminin sömürgeci aydınlarından ve entelektüellerinden de bol destek alıyor. Köktendinci Evangelistler başta olmak üzere ABD’deki Hristiyan/dinsel cemaatlere Bush gerekli her türlü desteği sunuyor. Pat Robertson gibi televaizler iç ve dış siyasete doğrudan ve etkin bir biçimde katılıyor. Örneğin bu Pat Robertson, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in öldürülmesi gerektiği fetvaları veriyor, Irak’a savaşa gönderilecek askerlerin Hristiyanlık propagandasıyla devşirilmesini sağlıyor. Televaizler milyonlarca kişiye TV ekranlarından ‘haçlı seferleri’ çağrısı yapıyor. Kimi televaizler Bush’un tanrıyla konuştuğuna dair demeçler veriyor. Bush’u bir mesih ya da din için savaşan başkan olarak takdim ediyor.

II. Geniş Tarih Kadrajından ABD Ve Din

Sömürgeciliğin Ve Hristiyan Reformunun Çocuğu: Amerika

Köleci çağın büyük imparatorluğu Roma devleti, MS 4. yüzyılda (Milano Fermanı’yla) Hristiyanlığı kabul ederek resmi din haline getirdi. Böylece başta imparatorluğun anavatanı olan kıta Avrupası gelmek üzere, Roma devlet hükümranlığının üç kıtaya yayılan geniş coğrafyası Hristiyanlaştı. Roma köleci düzenine karşı bir köle dini olarak ortaya çıkan Hristiyanlık, çok ironik bir biçimde Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline geldi ve en parlak atılımını yaptı. Hristiyanlık, ezilenlerin bir dini hareketi ve düşüncesi olarak Roma devletiyle iktidarına kavuşur; Roma ise Hristiyanlıkla çağa uygun evrensel iktidar ideolojisini bulur.

Roma İmparatorluğu MS 395 yılında Doğu ve Batı olarak iki merkeze bölünür. Hristiyanlığın devlet dini ve iktidar ideolojisi olarak kabulünün ardından Roma mezhepsel olarak da bölünme yaşar. Doğu Roma Ortodoks Hristiyanlığı, Batı ise Katolikliği benimser. Hristiyanlığın kabulünden yaklaşık iki asır sonra Batı Roma (MS 476) yıkılır. Avrupa krallıklara, derebeyliklere ayrılır, parçalanır. Katoliklik, Papalık hala Roma’nın birleştirici bir kurumu olsa da, Roma’nın merkezkaç çözülüşü sürer, Roma çöküş sürecine girer.

Üç kıtaya yayılmış Hristiyan Roma İmparatorluğu tarihin günbatımında sönmeye başlarken, peygamber Muhammed önderliğinde Medine’de kurulan İslam devleti ve dini tarihe doğar, hızla yükselmeye başlar. Roma’nın batıdan batışıyla, İslam İmparatorluğunun doğudan yükselişi birbirini izler. Arap-İslam devletinin yükselişiyle Roma, Asya ve Afrika’daki gücünü yitirmeye başlar. İslam devletinin olağanüstü yükselişi, gerileme ve çöküş içindeki Roma’yı büsbütün sarsar ve geriletir.

İslam devleti Muhammed peygamberin -Mekke’den Medine’ye- hicretinden bir asır sonra hükümranlığını “Maşrık’tan Mağrib’e” değin büyütür, genişletir.

“Hz. Muhammed’in 632’de ölmesinden sonra askeri, ardından kültürel ve dinsel islam hakimiyeti olağanüstü bir artış gösterdi. Önce İran, Suriye, Mısır ardından Türkiye, sonra da Kuzey Afrika müslüman ordularının eline geçti; sekizinci, dokuzuncu yüzyıllarda İspanya, Sicilya ve Fransa’nın bazı bölgeleri fethedildi. Onüçüncü ve ondördüncü yüzyıllara gelindiğinde İslam egemenliği doğuda Hindistan’a, Endonezya’ya, Çin’e kadar uzanmıştı. Avrupa bu eşi görülmedik saldırı karşısında saygıyla karışık korkudan başka pek bir tepki gösteremiyordu.”(1)

İslamın yükselişi ve yayılışına karşı dağılan, çöken Roma Avrupası’nın cevabı sonuçsuz/başarısız ‘Haçlı Seferleri’ biçimindeki emperyal hegemonya atak ve refleksleri olur. ‘Haçlı Seferleri’ feodal çağa özgü hegemonya ve paylaşım savaşları dizisini anlatır. Belli zaman dilimlerinde ama aynı amaçla düzenlenen ‘haçlı seferleri’ Hristiyan feodal Avrupa uygarlığının gerilemesini, küçülmesini ve çözülmesini durduramaz. Hristiyanlık ve Papa büyük ve görkemli Roma’yı yeniden diriltemez.

Haçlı ismi ve Kudüs hedefi, sadece bu fetih savaşını meşrulaştıran birer örtüydü. Bu örtü, 1204’te Ortodoks Hristiyanlığın merkezi Konstantinopolis’in Haçlı ordularınca yağması esnasında tümüyle uçtu gitti, geriye saf bir yağma savaşı kaldı.

Öte yandan üretim ilişkileri bakımından da feodal Avrupa çürür, çözülür ve tarihsel miadını doldurur. Kapitalist üretim ilişkileri Avrupa feodalizminin ve çürüyen Roma’nın bereketli topraklarında çiçek açmaya başlar. Venedik, Ceneviz ve diğer liman kentleri ticaretin ve zenginliğin biriktiği alanlardır ve ilk kapitalist ilişkiler bu alanlarda boy verir, gelişir. Avrupa Rönesans dönemi diye anılan süreç aslında feodal Avrupa’nın çözülüşünü, çöküşünü haber verir. Feodal Avrupa’nın çağsal krizini yansıtır.

Aynı çağda genç Doğu feodalizminin imparatorluklar biçimindeki yükselişi devam eder. Moğol Bozkır İmparatorluğu’ndan sonra Doğu Roma topraklarında ikinci büyük Asya imparatorluğunun temellerini atan Osmanlı devleti hızla büyür. 1453’te Doğu Roma’nın başkentini, İstanbul’u alır ve Doğu Roma’yı tarihe gömer. Osmanlı İmparatorluğu da bir İslam devletidir ve İslam’ın kılıcıdır. Doğu’nun kapısını Batı sömürgeciliğine kapatır. Dahası kriz içindeki Avrupa’yı doğudan kuşatmaya, ‘hasta Avrupa’nın üstüne yürümeye başlar. Doğu Avrupa’daki Ortodoks/Slav halkları egemenliğine alır.

Doğu’nun deniz ve kara ticaret yollarının denetimini, yani sömürgeci zenginlik kaynaklarının denetimini kaybeden Batı Avrupa’nın derinleşen krizi büyük iç çatışma ve savaşlara neden olur. Feodal Avrupa’nın krizi ve çatışmaları iki temel ve tarihsel sonuca yol açar. Bunlardan birincisi doğuya, sömürge zenginlik kaynaklarına ulaşmanın yeni yollarını bulma arayışlarıdır. Marco Polo ve pek çok batılı seyyahın Doğu’ya seyahatleri aslında Doğu’nun zenginlik kaynaklarına ulaşılması yollarını araştırmak anlamına gelir. Ki Cristoph Colomb ve Amerigo Vespucci’nin Amerika kıtasını bulması tastamam bu arayışın bir sonucudur. Arayan bulur! İkincisi ise, Batı Avrupa’da büyük Hristiyan reformasyon hareketidir. ‘Yeni Dünya’nın bulunması ve Hristiyan reformu birbirini izleyen bir sürecin -Avrupa feodal krizi’nin- iki sonucu ve farklı veçheleridir. Aynı zamanda tohumunu çatlatıp yeşeren, filiz süren kapitalizm yeni bir çağı haber verir.

‘Yeni Dünya’ya Haçlı Seferleri: Amerika’nın Kolonizasyonu Ve Hristiyanlaştırılması

12 Ekim 1492’de Cristoph Colomb Amerika toprağına ayak bastı. 3 Mayıs 1493’te Papa VI. Aleksandre şu fetvayı yayınladı: “Keşfedilen ve keşfedilecek olan dünyalar İspanya ile Portekiz arasında paylaşılmalı, din ve katolik imanı yüceltilip yayılmalı (...) ve barbar halklar boyunduruk altına alınıp Hristiyanlaştırılmalıdır.”(2)

Doğu’ya uzanmanın yeni yollarını ararken ‘yeni dünya’yı bulan Avrupalı sömürgeciler için, ‘yeni haçlı seferleri’nin yönü ve hedefi de bellidir artık: Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesi ve Hristiyanlaştırılması!..

Amerika’ya ayak basılmasından yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra Almanya’da Martin Luther, Katolik Kilisesi’ne karşı başkaldırır ve Hristiyan reformunu başlatır. Martin Luther, 31 Ekim 1597’de “Doksan Beş Tez”ini/ilkesini açıklar. Katolik Hristiyanlığa ve kiliseye karşı açılan reform hareketi protestanlık genel adıyla Batı Avrupa’da hızla vücut bulur, gelişir. Almanya, Hollanda ve İskandinav coğrafyasında hızlı bir yayılma gösterir. İngiltere’ye de sıçrar. Avrupa’nın iç çatışma ve rekabeti koşullarında İngiltere Katolik Roma Kilisesi’nden kopar ve kendi ulusal (Anglikan) kilisesini kurar. Protestan reform hareketi Martin Luther ve John Calvin önderliğinde iki koldan gelişir, yayılır.

Kalvinizm, püriten karakterdedir ve püritenizm esasen İngiltere’de güç kazanır. Kral VIII. Henry döneminde ulusal kilisesini kuran İngiltere, kraliçe 2. Mary zamanında yeniden Katolik Roma’ya bağlanmayı seçer. Hristiyan reformunun ardından İngiltere ve Batı Avrupa’da tam bir din-mezhep savaşları dönemi başlar. Çanlar Avrupa feodalizmi için çalar ve feodal Avrupa çökerken, burjuva kapitalist uygarlık sömürgecilik üzerinde yükselir. Avrupa tam bir iç savaşlar anaforuna boğulur. Bir yandan din-mezhep savaşları, öte yandan Avrupa egemenleri/krallıkları arasındaki savaşlar ve beri yandan Thomas Münzer önderliğinde köylülerin damgasını vurduğu sınıf savaşları bir arada yaşanır. ‘Yeni Dünya’nın sömürgeleştirilmesi böylesi bir geçiş çağında gerçekleşir.

Amerika 15. yüzyıldaki Batı Avrupa sömürgeciliğinin ve Hristiyan reformunun bir çocuğu olarak dünyaya gelir. Amerika’nın kanında ve genlerinde bulunan sömürgecilik ve din (Hristiyanlık) aynı zamanda Amerika’nın kimliğini ve karakterini de belirler.

“İslam/Afrika karşıtı Hristiyan Haçlı Seferleri, İspanyol Engizisyonu’nun araştırıp tespit etme yetkisiyle donatıldığı ‘limpieza de sangre ’ (kan temizliği) yasasını yarattı. Haçlı Seferleri, özellikle de İberik Yarımadası ’nın İspanyollarca fethi ve Müslümanlarla Musevilerin kovulması araçlarıyla, modern sömürgeciliğin kaynak ideolojisi ve kurumlarını yarattı (Irkçı ideoloji ve soykırımın meşrulaştırılması). İspanya bayrağı altında seyreden Cristoph Colomb’un 1492 seyahatinin belki de en önemli kargosu ‘limpieza de sangre ’ yasasıydı.

Büyük Britanya, İspanya’dan bir yüzyıl sonra sömürgeci bir imparatorluk olarak ortaya çıktı ve özellikle de Afrika köleciliğine ilişkin olarak; seçilmiş halk, yeni Kudüs Kalvinizmi ve püritanlık bağlamında İspanyol kast sisteminin belirli unsurlarını kendi sömürgeciliğini izah etmekte kullandı.

Birleşik Devletler ’in kurulması öncesinde püritanizm ve Kalvinci Protestanlık, beyazların üstünlüğünü ruhsal temizlik için beyaz kan akıtılmasını zorunlu kılan özel bir politik/dinsel ideoloji (Tanrıyla sözleşme) ’ye dönüştürdü. ... Fedakarlık ve dökülen kan, doğrudan ulusun kutsallığı ve saflığının kanıtı kabul edilir. Bu fedakarlıkları yapanların soyundan gelenler de toprağın gerçek mirasçılarıdırlar.”(3)

Amerika kıtasının beyaz Hristiyan Avrupalı adam tarafından sömürgeleştirilmesi çok vahşi ve kanlı gerçekleşir. Cristoph Colomb Amerika’ya ayak bastığında kıtada 80 milyon Amerikalı yerli yaşıyordu. Altmış yıl sonra yerli nüfusun sayısı on milyona iner. Vahşi ve korkunç bir soykırımla yerli halkların soyu kurutulur. Azınlık ve köle haline getirilir. Yeni Dünya’nın toprağı otantik halklardan, kültürlerden arındırılır. Amerika’nın sömürgeleştirilmesi ve toprağın Hristiyanlaştırılmasının tüm koşulları yaratılır. ‘Beyaz Adam’ın kolonileri bu koşullar üzerine inşa edilir.

ABD’nin Kuruluşunda Protestan Hristiyanlık

16. yüzyılda İspanyol sömürgeciliği öncülüğünde başlayan ‘yeni dünya’nın sömürgeleştirilmesine daha sonraları, Portekiz, İngiltere ve Fransa da katılır. Güney Amerika, İspanyol ve Portekiz sömürgeciliği tarafından ele geçirilir ve sömürgeleştirilir. Kuzey Amerika ise İspanyol ve İngiliz sömürgeciliği tarafından paylaşılır. Her sömürgeci güç kendi din ve kültürünü sömürgelere taşır. İspanyol ve Portekiz sömürgeciliği marifetiyle Güney Amerika, Katolik Hristiyanlığın egemenliği altına alınır. Kuzey Amerika ise esasen Protestan Hristiyanlığın hegemonya alanı haline gelir.

Amerika, Avrupalı sömürgeciler tarafından askeri işgal, soykırım ve nüfus yerleştirme yoluyla sömürgeleştirilir. ABD’nin kuruluşunu önceleyen süreç İngiliz kolonizasyon dönemidir. Kolonizasyon dönemi Amerikan kimliği ve toplumunun oluşumu ve şekillenişi bakımından önemlidir. Amerikan kimliği kolonizasyon döneminde maya tutar.

İngiltere Kuzey Amerika’yı sömürgeleştirirken 17 ve 18. yüzyıllarda İngiltere’den kıtaya koloni nüfus taşır. İngiliz sömürgeciliğinin adadan taşıdığı nüfusla kurduğu koloniler ilerleyen tarihte ABD’nin temelini oluşturacak toplumsal yapıtaşlarıdır. Amerikan toplumunun ana çekirdeğini oluşturan İngiltere’den transfer edilen bu nüfustur ve kurulan ilk kolonilerdir. Nüfus nakliyle kurulan ilk 13 koloni protestan/püriten nüfusun damgasını taşır. İlk kurulan İngiliz kolonilerden sadece bir kaçı püriten-protestan değildir. Bunlardan biri Quaker’lar (Dostlar Derneği) ve Metodistler tarafından kurulan Pennsylvania yerleşimidir. Diğer biri ise, katolik Hristiyanların Maryland’da (kraliçe 2. Mary adından geliyor) kurduğu kolonidir. Kolonilerin ezici çoğunluk nüfusu protestan ve püritendir.

“17. ve 18. yüzyıllarda Amerikalılar ‘yeni dünya ’daki misyonlarını kutsal kitap diliyle tanımladılar. Onlar ‘vaadedilen topraklar’ olan ‘yeni İsrail’i ya da ‘yeni Kudüs’ü yaratmak üzere ‘çöle görevli olarak gönderilmiş ’ ‘seçilmiş halk’tı. Amerika ‘yeni cennet ve yeni dünya’ydı, ‘adaletin yurdu’ydu, ‘tanrının ülkesi ’ydi. Savcan Bercevith’in anlatımıyla Amerika; ‘dinsel arayışın tüm duygusal, spritüal ve entelektüel çekiciliğiyle ” kazanılmıştı.

Bu kutsal misyon duygusu Amerika’nın (kıyametten önce barış ve huzurun hakim olacağına inanılan) bin yıllık döneme ilişkin temalarına ‘kurtarıcı ulus ’ ve ‘düşsel cumhuriyet ’ olarak kolaylıkla yayılabildi.”(4)

Anglo protestan kültür ve onun taşıyıcısı olan kolonyal nüfus, Amerikan kimliğinin ve ABD’nin yapıtaşlarını oluşturur. Amerikan ideolojisinin mayasını da beyaz Anglosakson protestanlık ögeleri belirler. Amerikan ideolojisi ve ABD’nin siyasal sisteminin kuruluşunda, toplumsal yapısının şekillenmesinde protestanlık ve aynı anlamda püritenizm temel bir bileşendir ve Amerikan kimliğini özsel ve biçimsel olarak şekillendiren ana kaynakların başında gelir.

Hristiyan reformunun dolaysız ürünü olan protestanlık/püritenlik, reform döneminde Batı Avrupa’nın iki yakasında da gelişmesine karşın asıl gücünü İngiltere’de ve daha Amerika/ABD’de bulur. Huntington’un çarpıcı ifadesiyle “İngiltere püriten bir toplum yaratmadan püriten bir devrim yaşamışken, Amerika püriten bir devrim yaşamadan püriten bir toplum yaratır.”(5)

Amerikan protestanlığı/püritenizmi, Avrupa ve İngiltere Protestanlığından farklı karakterde gelişir. Daha baştan/kökten beyaz püriten nüfusun damgasını vurduğu koloniler tarafından kurulan Amerika, tarihsel süreç içerisinde göç dalgalarıyla olağanüstü biçimde gelişim gösterir. Amerika giderek bir göçmenler ülkesi/yurdu hüviyetine kavuşur. İlk beyaz Anglosakson protestan -yerleşimciler, öncüler, hacılar- nüfus kuşağının ardından değişik din ve mezhep ve sınıflardan büyük bir göçmen dalgası Amerika’ya akmaya devam eder. Avrupa’dan gelen ilk yerleşimciler, hacılar, öncüler Hristiyan reformunun havasını derinden solumuş, iç savaşların tedrisatından geçerek politize olmuş orta sınıf kitlelerden oluşur. Yeni bir ülkeyi imar edecek kolonizasyonu dört başı mamur bir biçimde yükseltecek siyasi ve kültürel birikime sahiplerdir.

“Anglikan kilisesini ıslah edelim, kralın yetkilerini azaltalım derken kıyıma ve işkenceye maruz kalan, uzlaşmacılığı reddeden ve Cotton Mether ’in dediği gibi ‘evrenin en iyi adasını ’ terk eden püritenler; yerleştikleri New England’da Amerikan Devrimi ’ne değin kimseye dinsel inanç özgürlüğü tanımamışlar, kendileriyle uzlaşmayı reddedenlerin yaşamlarını burunlarından getirmişlerdir. Örneğin Massachussetts ’te püriten ya da protestan etiği egemendi ve bu da çoğunluğun ahlak anlayışına uyamayanlara hoşgörü yok demekti.

Quaker’lar püriten yerleşim birimlerinden atılır, geri gelirlerse öldürülürlerdi. Sonunda Quaker’lar da kendi sömürgelerini Amerika’nın ilk dönemlerinin kültür merkezi Pennsylvania’yı kurdular. Tanrı erkil düzen peşindeki püritenler, örneğin Plymouth’takiler dünya nimetlerinden ellerini eteklerini tümüyle çekmiş değillerdi. Onlar için ekonomik çıkarlar peşinden koşmakla Tanrının düzenini yerleştirmek pek de çelişmiyordu.

Sömürgelerin birbiri ardına kurulması ve göçlerin hızlanması sonucu 1640’ta Virginia’da 8 bin beyaz, New England’da ise çoğu Massachussetts ’te olmak üzere 14 bin kişi vardı ve en az on iki sömürgeye püriten damgası vurulmuştu bile. Püriten önderler, çoğu Yunanca ve İbranice bilen dinbilimciler, kilise ve devlet işlerini birleştirmişlerdi. Püritenler orta ya da ortanın altı sınıflardandı. Soylular İngiltere ’de kaldığından onlar da kendi hiyerarşilerini kurdular: Önce toprak sahipleri ve varsıllar, daha sonra küçük tüccarlar, dükkan sahibi esnaf, çiftçiler, zanaatkarlar, tamirciler, balıkçılar, gündelik işçiler, uşaklar ve Kızılderili ya da şimdilik az sayıdaki zenci köleler.”(6)

İngiliz püriten bir avukat olan Vintrop, 1629’da Massachussetts kolonisini kurar ve ilk valisi seçilir. Vintrop örneği bir tüm olarak Amerika’nın kolonizasyonunun dinsel karakterini açıklar niteliktedir. Vintrop’un şu sözleri Amerika gerçeğinin ideolojik arka planını da resmeder: “Aklımızdan çıkarmamalıyız ki tepedeki kent olarak var olacağız. Bütün insanların gözleri bizim üstümüzde, öyle ki; üstlendiğimiz bu işte tanrımıza karşı kusur işlersek ve onun yardım elini bizden çekmesine neden olursak, bizimle ilgili birçok öykü uydururlar ve dünyanın diline düşeriz.”(7)

Kitab-ı Mukaddes kurgusuna ve onun temalarına uygun şekillenen beyaz Hristiyan sömürgecilik ideolojisi, Amerika’yı kolonileştiren tüm öncülerin ortak karakteridir.

Amerika’yı sömürge olarak inşa eden Vintrop gibi öncüler kuşağı modern Amerikan ideolojisinde ‘öncü ulus’ mitini de yaratır. ‘Seçilmiş halk’ miti kutsal kitaptan çıkıp sömürgecilik söylem ve pratiğinde ‘öncü ulus’, ‘kurtarıcı ulus’ miti haline gelir ve Amerikan ideolojisinin ayrılmaz elementer ögesi olarak kristalleşir.

“Vintrop’un öncülerinden olduğu bu tanrıerkil gerekircilik, idealizm daha sonra ulusalcı bir politik misyona dönüşmüş, şekilden şekle girmiş, yumuşatılmış, değiştirilmiştir ama o Amerikan Hülyası’nın vazgeçilmez temel taşlarından biri olur.”(8)

Anglosakson Protestan sömürgeciler, kolonilerini oluşturduktan sonra, siyasi ve toplumsal hayatı Avrupa’dan/İngiltere’den taşıyıp getirdikleri ideo-politik kültürel düsturlar ve formasyon temelinde örgütlerler. Eğitim ve öğretime büyük önem verilir. Kolonilerde okullar açılır. Harward ve pek çok büyük ve köklü okul bu dönemde ve protestan cemaatler tarafından kurulur. Protestan misyonerliği, kitleleri değiştirip dönüştürmeye büyük önem atfeder. Protestan cemaatlerin kurduğu okullar, eğitim ve öğretim alanında Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na doğru giden süreçte Kuzey Amerika’nın siyasal-kültürel-entelektüel yapısını şekillendirir, bağımsızlığın ön şartlarını hazırlamada önemli bir rol oynar.

ABD 4 Temmuz 1776 Bildirgesiyle ve Bağımsızlık Savaşı’yla kurulur. ABD’yi kuran ‘kurucu babalar’, öncüler kuşağının mirasını devralır. Ünlü 4 Temmuz 1776 Bildirgesi’nin son cümlesi şöyle söyler: “Bu demecin müdafaası için, Tanrının himayesine tam bir güvenle inanarak, hayatlarımız, servetlerimiz ve şerefimiz üzerine karşılıklı olarak ant içiyoruz.” ‘Kurucu Babalar’ bir önceki kurucu Hristiyan ve sömürgecilik ideolojisinin temel ilkelerini yeni söylemlerle ileriye taşır. İdeolojik sürekliliği sağlar. Vintrop gibi öncülerin kullandığı söylemlere benzer söylemler, ‘Kurucu Babalar’ tarafından da kullanılır. Örneğin ‘Kurucu Babalar’, ‘Tanrı üstlendiklerimize destek olur’ sözlerine başvurur. ABD’yi kuran ‘Kurucu Babalar’ tüm söylemlerine karşın Protestan Hristiyanlığı anayasa (metni) içine sokmaktan uzak durur. Fakat diğer kurucu ve temel belgelerde din bir biçimde yerini alır. Örneğin ABD Federasyonu’nun hukuksal çatısını oluşturan Virginia Haklar Demeci’nin 16. maddesinde “Din veya tanrıya borçlu olduğumuz vazife” olarak “başkalarına karşı Hristiyan hoşgörü, sevgi ve şefkat göstermek”ten söz edilir. Keza başkanlık yemininde, kimi belgelerde ve kamusal alanda dinsel ögeler yer alır.

Manifest Destiny/Takdir-İ İlahi

Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Amerika’nın edinilmiş kurucu/kolonyal ideolojisini resmi ideoloji katına yükseltir. Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan kimliği, yani kısa deyişle WASP, ABD’nin kurucu resmi ideolojisi olarak kurumlaşır.

Kurucu dinsel-ideolojik kimlik, 19. yüzyıl ortalarında Manifest Destiny/Takdir-i İlahi öğretisiyle taçlanır. “1845 yılına gelindiğinde Amerika’nın genişleme dürtüsünün ve toprak açlığı hezeyanının doruğunda olan John O’Sulliven adlı bir gazeteci ve politikacı Morning Star gazetesinde şöyle bir ideolojik gerekçelendirme yazmıştı: Her yıl sayıları milyonlarca artan insanlarımızın özgürce gelişebilmesi için kıtanın her tarafına yayılmamız alnımıza yazılan bir takdir-i ilahidir (Aşikar Yazgı/Manifest Destiny). Aşikar yazgımızın hakkı, üzerimize düşen büyük özgürlük deneyimi ve federatif kendi kendini yönetmeyi geliştirmek için Yaradan tarafından bize bahşedilen kıtada yayılmak ve onun tamamına sahip olmaktır.

Bu bir ağacın büyüme yazgısının gerçekleşmesi için gerekli toprak ve havaya sahip olma hakkı gibi bir haktır.”(9)

Manifest Destiny, sömürgecilik/emperyalizm düşüncesiyle protestan Hristiyanlığın dünyevi misyonunu pragmatist bir biçimde birleştirip kaynaştıran emperyal bir öğretidir. Beyaz Anglosakson protestanların diğer ırklardan üstün olduğunu, diğer ırkları medenileştirmek için ‘seçilmiş halk’ olduğunu vaaz eden Avrupalı beyaz adamın klasik emperyalist/sömürgeci düşüncesinin bir devamıdır.

“Bu Aşikar Yazgı/Takdir-i İlahi kavramı zamanla Amerikan resmi ideolojisinin toplum tarafından da bütünüyle içselleştirilen öğesi oldu. Kavram Amerikan sermayesinin, devletinin, siyasetçi ve ideologlarının, seçkinlerinin uluslararası politikaya ilişkin düşünce ve davranışlarını biçimlendiren, açıklayan, meşrulaştıran, halkın da aktif desteğini sağlayan bir işlev kazandı. Amerikan emperyalizmini harekete geçiren maddi dinamikler, böylece kendisi de bir maddi güce dönüşen ideolojik araçla tamamlandı, beslendi, ivmelendi.”(10)

“Bir Amerikalı yazar, zamanla Amerikan sisteminin genlerine işleyen ideolojik söylemi şöyle özetliyor: İnsanlığın davası Birleşik Devletler’le özdeşti, ve bu dava (O’Sullivan’ın sözleriyle) ancak yeryüzündeki her insanın nihai olarak ve başarıyla bağışlanıp kurtarılmasıyla sona ermeye yazgılıydı. Kısacası, Hristiyanlık, demokrasi ve ... Amerika, özde tek ve aynı şeydiler, tarihin en üst aşaması, ‘Tanrının cisimleşmiş planı.’”(11)

WASP ideolojisinin temel parametreleri ırksal ve dinsel üstünlüğü vaaz eder. Takdir-i İlahi doktrini, bu ırksal ve dinsel üstünlük mitini, ABD’nin dünyayı kendi suretinde yeniden yaratma misyonuna taşır. Amerikan resmi ideolojisi Tanrıyı yanına alır. ABD bu öğretiyle kendini kutsallaştırır. Tanrının buyruklarını ve planlarını uygulayan bir misyoner gibi sunar. Takdir-i İlahi, ABD’nin emperyalist ideolojisinin ana kaynağını oluşturur ve ABD emperyalizmine yön verir. Emperyalizm sömürgecilik, başka coğrafyaları ele geçirmek, halkları ulusları köleleştirmek, Tanrının kelamı ve buyruğu haline getirilir. Takdir-i İlahi bir buçuk asırdan beri ABD’nin siyasal ve toplumsal yaşamını belirleyen bir paradigmadır. Bu öğreti ulus-devletler çağında ‘seçilmiş halk’ arkaik mitinden, ‘öncü ulus’ modern mitine dönüştürür. Emperyal ırkçılık ve sömürgecilik, yerkürenin tümünün sönürgeleştirilmesi ancak ‘öncü ulus’ öznesi ve kurgusuyla olanaklı olabilir. Aşikar Yazgı, ‘öncü ulus’a klavuzluk eder. ABD’nin dünya imparatorluğu fikri ve hayali de bu öğreti üzerine temellenir. ABD Başkanlarının adlarıyla anılan doktrinler özünü ve esasını Aşikar Yazgı’dan alır. ABD’nin tüm sömürgeci savaşlarında Tanrı ABD’nin yanındadır ve ona yol gösterir!

Manifest Destiny/Aşikar Yazgı, ABD için mükemmel ve bir o kadar kullanışlı bir emperyal ideoloji düzeneğidir. ABD emperyalizmi ve başkanları bu enstrümanı/düzeneği tarih boyunca tepe tepe kullanır. Başkan Mc Kinley, Filipinler’i işgal etmek ve sömürgeleştirmek için tıpkı bugün George W. Bush’un yaptığı gibi Tanrıyla konuşur, Tanrı adına kahverengi ırktan olan Filipinleri medenileştirmeye, Hristiyanlaştırmaya girişir ve bunu yapar. R. Reagan’ın Özgürlük Seferi adlı planı da seçiliş öncü ulus söylemiyle Aşikar Yazgı mitine uzanır. Baba Bush da Abraham Lincoln’den sık sık alıntılar yapar: “Biliyorsunuz, Amerika Tanrının himayesinde kurulmuş bir ulustur. Biz ta başından beri savaşta ve barışta onun gücü ve önderliğiyle hareket ediyoruz.” der ve Takdir-i İlahiye, Amerika’nın kurucu felsefesine bağlılığını vurgular. Kurucu Babalar’dan biri olan A. Lincoln’den bugüne uzanan bir dinsel- ideolojik çizgidir bu. Amerika’nın varoluş çizgisidir.

Takdir-i İlahi; ırk ayrımcılığı ve WASP’ta ifadesini bulan Amerikan milliyetçiliğinin de kaynağıdır. Amerikan milliyetçiliği dinsel karakterli bir milliyetçiliktir. Din ve ırk temellidir. Bu özellikleriyle Takdir-i İlahi, militan bir dinsel gericiliğin ve daha geniş olarak Amerikan muhafazakarlığının kalbini oluşturur.

Evangelizm

Günümüzde Amerikan muhafazakârlığının ve dinsel radikalizminin yüzü Evangelizm ya da Evangelistler olarak öne çıkmaktadır. Bush’un köktenci Evangelist cemaatlerle aşikar olan sıkı ilişkisi, Evangelizm konusunu ve aynı anlamda Amerika’nın dinsel kimliğini önemli kılmaktadır. Evangelion, Grekçe bir sözcüktür ve ‘müjde’ anlamına gelir. Greko-Roma kültüründen Hristiyan terminolojisine tevarüs eden Evangelist sözcüğü ilk kez 16. yüzyılda Protestanlığın kurucu önderlerinden Martin Luther tarafından kullanılır. Evangelistler, teolojik terminolojide ‘İncil’ci Hristiyanlar olarak ifade bulur, bilinir. Evangelistler, Tanrının müjdesi kabul edilen İncil’e bağlanmayı, tanrı ile kul arasındaki ilişkiyi İncil vasıtasıyla kurmayı benimser. Kilise ayinleri yerine İncil’i (müjdeyi) tüm insanlığa tebliğ etmeyi vaaz eder. Kutsal metinleri dinin tek ve asıl kaynağı kabul eder, İncil’in/Hristiyanlığın etkin bir misyonerliğini savunur ve misyoner pratiğine büyük önem verir. Hristiyanlığın içinde en misyoner kol Evangelistlerdir.

Evangelizm Baptistler ve kimi liberal protestan cemaatler dışında tüm protestanları kapsayan geniş yelpazeli bir dinsel-mezhepsel akımdır. Daha tam bir ifadeyle ana akım protestanlığı temsil eder, anlatır.

Avrupa’da Martin Luther ve John Calvin önderliğinde başlayan büyük Hristiyan reformasyonunun ardından evangelizm/protestanlık Almanya’da piteizm, İngiltere’de metodizm-püritenizm ve Amerika’da ‘büyük uyanış’ hareketi gibi adlar ve ana kollar üzerinde gelişip yayılır. Özellikle Evangelist/protestanlığın tüm kolları için ABD tam bir yatak, yurt olur. Bu bağlamda Evangelist deyimi, Amerikan protestanlığı anlamıyla da kullanılabilir.

Evangelistler tüm batı çapında ilk kez 1846’da Londra’da toplanır. Bu toplantıya 800 delege katılır. Evangelist hareket özellikle ABD’de çok gelişir ve güçlenir. ABD giderek evangelizmin merkezi haline gelir. 19. yüzyıl içindeki ‘uyanış hareketleri’ ve dinsel atılımları sonucu, 20. yüzyılın başında -1908’de- Evangelistler, Federal Kiliseler Birliği altında birleşip kurumlaşır. 1958’de ise dünya çapında misyonerlik hareketlerini yürütmek amacıyla Evangelist Misyoner İttifak kurulur. Evangelist Misyoner İttifak kurulduğu tarihten SSCB’nin çözülüşüne kadar öncelikli temel strateji olarak ABD’nin ‘arka bahçesi’ Güney Amerika’yı hedef alır. Katolik Güney Amerika’yı protestanlaştırmaya ve Kurtuluş Teolojisi hareketini de önlemeye çalışır.

Günümüzde Evangelist Misyoner İttifak’ın öncelikleri ve hedefleri ve hedeflerinin kapsamı farklıdır. Güney Amerika’nın protestanlaştırılması hala vazgeçilmez bir hedef olsa da, misyonerlik faaliyetlerinin öncelikleri ve kapsamı dünyanın değişik coğrafyalarına doğru genişler. Misyonerlik faaliyetinde en etkin ve örgütlü Hristiyan hareket olan Evangelistler dünyanın her yerinde güçlü ve etkin bir Hristiyanlaştırma faaliyeti yürütür.

ABD’deki dinsel gericiliğin ve muhafazakarlığın ana lokomotifi Evangelist cemaatlerdir. WASP ideolojisinin sosyal kaidesi veya dayanağı esasen Evangelistler ve Anglo Amerikan protestan kültürel kodlarla kimliklermiş beyaz Amerikan nüfustur. Son güncel veriler, ABD’de 70 milyonluk bir Evangelist Hristiyan nüfus olduğunu gösterir. Toplam nüfusun üçte birinden az olmasına karşın Evangelistler ABD’deki diğer din, mezhep ve cemaatlere, kimliklere kıyasla en büyük dinsel kimliği temsil eder.

Amerikan Evangelistleri dört ana gruba tasnif edilir. Bu tasnif İncil’in farklı katmanlardan ve farklı ilkeler doğrultusunda yorumlanmasına dayanır ve protestanlığın farklı yorumlanış ve uygulanış biçimlerine yapılan tanımlayıcı vurguda anlam bulur. Ana akım Evangelistlerle Bush’un da dahil olduğu fundamental Protestanlığın bir çeşidi olan Evangelistleri politik açıdan birbirinden ayırmak gerekir. Halihazırdaki yeni muhafazakarlığı hararetle destekleyen köktendinci Evangelistlerin protestan nüfus içindeki oranı yüzde 5’tir. Bush’un temsilcisi olduğu Evangelistler asıl gücünü nüfuslarından değil, siyasal, ekonomik, askeri nüfuzlarından, muktedir odaklardan alır.

Günümüzde fundamentalizm denildiğinde ilk ve asıl olarak radikal politik İslamcı hareket akla gelir ve egemen söylem de radikal politik islama doğrudan göndermede bulunur, onu adres gösterir. Oysa fundamentalizmin çıkış yeri Amerikan Protestanlığıdır. Fundamentalizm kavramı ilk kez Amerika’da 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkar ve radikal Evangelist hareketi ifade eder.

III. Geniş Güncel Kadrajdan ABD Ve Din

ABD’nin Güncel Dinsel Görünümü: Yeni Dinsel Yükseliş, Yeni Muhafazakarlık

ABD’de 1950’lerde yükselen dinsel gericilik dalgası tüm dünyada olduğu gibi anti-komünist bir politik motivasyonla belirlenir. 1950’lerde başlayan dinsel yükseliş çok etkili ve uzun ömürlü değildir. Zira 60’larda siyahların öncülüğünde patlak veren ve daha sonra başka toplumsal ilerici hareketler biçiminde dalga dalga ve iç içe geçerek süren ilerici reformcu hareketler dinsel yükselişi kesintiye uğratır, önünü keser. Bu dönemdeki dinsel yükselişin iki fenomeni/olayı özellikle önemli ve dikkat çekicidir. Birincisi Scientology tarikatı kurulur. 1954’te Scientology bir din olarak ilan edilir. Böylece bilime karşı gerici bir savaş açılır, bilim dinsel gericiliğe alet edilir. İkincisi ise 11 Temmuz 1955’te çıkarılan bir yasa ile doların üzerine “In god we trust” (Biz Tanrıya güveniriz) yazısının basılması zorunlu hale getirilir. Din ‘Soğuk Savaş’ stratejilerinin emrine verilir.

60 ve 70’lerde ilerici toplumsal hareketler nedeniyle dinsel politik hareket etkili olamaz ve bir biçimde süregiden reformcu harekete eklemlenir. 80’lerde dinsel gericilik ve Amerikan muhafazakarlığı yeniden dirilmeye, yükselmeye başlar. R. Reagan’ın başkanlık dönemi dinsel gericilik, muhafazakarlık ve neoliberalizmin birbirini besleyerek geliştiği bir dönemdir. Yeni dinsel gericilik, kendini önceleyen reformcu döneme bir reaksiyon özelliği de taşır. Kadın hakları, kürtaj, çok kültürlülük, insan hakları vs. konularda reformcu hareketin kazandığı mevziler dinsel gericiliğin ve Amerikan muhafazakarlığının boy hedefi olur. ABD’nin dinci başkanları içinde yerini alan Hristiyan-Siyonist meşrepli Reagan, bu yeni dinsel yükselişin başlatıcısıdır.

Yeni dinsel yükseliş eskiye dönüşü ister. Amerika’nın geleneksel muhafazakarlığını berkitmeyi hedefler. Kürtaj yasağının genişletilmesi talebi, eğitim müfredatlarına yaradılış inancının sokulmak istenmesi, kamusal alanda dine daha çok yer açılması arayışları bu dönemin dinsel-politik hareketlerinin, Protestan cemaatlerin öne çıkan istemleri ve nitelikleridir.

80’lerde başlayan dinsel gerici yükseliş 90’larda hız kesmeden büyüyerek, genişleyerek sürer. 2000’lerde tam bir sıçrama yapar ve yeni bir aşamaya yükselir. İdeolojik kökleri daha derin bi tarihe uzanmakla birlikte 90’larda şekillenen neo-con -yeni muhafazakarlık- hareketi bu sürecin ürünüdür. Yeni muhafazakarlık yelkenlerini yeni dinsel gericilik rüzgarıyla şişirir, gücünü dinsel gericiliğe yaslar. George W. Bush ve neocon’lar yeni dinsel yükselişin timsalidir. George W. Bush’a en sevdiği politik düşünür, filozof sorulduğunda şu yanıtı verir: “İsa, çünkü yüreğimi değiştirdi... Yüreğiniz ve yaşamınızla İsa’ya döndüğünüzde, İsa’yı kurtarıcı olarak kabul ettiğinizde, o da yüreğinizi değiştiriyor, yaşamınızı değiştiriyor. İşte bana olan da buydu.”

Oğul Bush’un Amerikan toplumuna sunuluşu bile dinsel bir ritüel ve drama tarzındadır. Bush’un 40 yaşına kadar alkolik bir adam olduğu ve kendini sonradan dine adadığı, iyi ve ustaca kurgulanıp sunulan politik masaldır. Son derece işlevli bir politik kurgudur. Bu politik kurgu hem gerçeğin üstünü örter, hem de 40’ından sonra günah çıkaran, tövbe eden, doğru yola gelen, kurtuluşu dinde bulan adamı yüceltir. Muteber ve değerli kılar. Oysa George W. Bush WASP ideolojisine, geleneklerine uygun yetişmiş bir Amerikalıdır. Okuduğu üniversitede Evangelik Hristiyan kulübünün bir üyesidir. O da babası gibi Evangelik dinci, muhafazakar bir adamdır. Bush’un alkolikliği küçük bir kusur ve günahtır. Hayatının bir döneminde alkolizme sapması Bush’un Evangelik kişiliğini ve geldiği yeri değiştirmez. Alkolizmle savaş, yeni dinsel gericiliğin ve öteden beri belli protestan cemaatlerin en başta gelen mücadele temasıdır. Bu bakımdan ‘alkolik Bush’un alkolizmi yenmesi anlamlıdır ve yeni dinsel gericiliğin kalbini fethedecek bir örnektir.

Dinsel yükseliş, hayatın her alanında görülür. Örneğin 1996-2000 yılları arasında Harward Üniversitesi’ndeki Protestan-Evangelik kulübün üye sayısı yüzde yüz artar. 250 bin olan üye sayısı 500 bine fırlar. 1999 yılında yapılan bir ankette Amerikalılara Tanrıya ya da evrensel başka bir varlığa inanıp inanmadığı sorusu sorulur. Amerikalıların yüzde 86’sı ‘tanrıya inandığı’ cevabını verir. Yüzde 8 ise evrensel bir varlığa inandığını söyler. 11 Eylül’den sonra 2003’te yapılan başka bir ankette tanrıya inanıp inanmadığı sorusuna ‘evet, inanıyorum’ diyenlerin yüzdesi 92’ye çıkar. Bu anketlerde 11 Eylül’ün bir çarpan etkisi yaptığı tartışması, bir gerçek olarak ortaya serilir.

Amerika’da dinsel gericiliğin yükselişinin pek çok parametresi ve göstergesi var. Örneğin dini kitapların satış rekorları kırması, çok satması bu bakımdan çarpıcı bir göstergedir. 2004 yılında satılan kitapların sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 11 oranında artış kaydediyor. 2004 yılında en fazla satılan kitap Evangelist Hristiyan Yayıncılar Birliği tarafından çıkarılan ve Rich Warren’ın yazdığı ‘Amaç-Sürülen Hayat’ kitabıdır. Kitap 7 milyon satarak kurgusal olmayan kitaplar arasında en çok satan kitap ünvanını aldı. Hristiyan/dini medyada da bariz bir artış ve etkinlik görülüyor. 1945 yılında 1300’ün üzerinde olan dinsel radyo istasyonu ve 163 televizyon kanalı saptandı.

Din, ABD’de her dönem politikanın önemli bir referans kaynağıdır. Demokratlar da, Cumhuriyetçiler de dini politikanın bir aracı ve unsuru olarak kullanır. Dinci kimliğiyle bilinen ABD başkanlarını bir yana bırakalım; en laik, “solcu” sayılan ABD başkanları da dindar görünmekten ve dini politik amaçlar için kullanmaktan sakınmıyordu. Oğul Bush’tan önce yönetimde başkan olan Clinton örneğinde bu gerçeği görmek mümkündür. 1996 yılında kongreden geçirilen bir sosyal yardım reformu Clinton tarafından onaylanıp yürürlüğe konuldu. Söz konusu yardım ve gelişim programlarını desteklemek için dinsel organizasyonlarla anlaşma yapmalarına izin veriyordu. Yine Clinton yönetimi 1993’te okul görevlilerinin öğrencilerin dua etmelerine ya da dinsel konuları tartışmalarına engel olmamaları yönünde bir tüzük düzenlemesi yaptı. Clinton da Kosova’ya, Balkanlara müdahale sırasında ‘öncü ulus’, ‘kurtarıcı ulus’ mitini söylem olarak kullanmaktan geri durmadı. Clinton’dan sonra demokratların başkan adayı olan Al Gore da “Eğer beni seçerseniz dine dayalı organizasyonların sesleri benim yönetimimde belirlenecek politikaların bir parçası olacak” diyordu.

Dinin siyasete etkisi ve dinle siyasetin alışverişi ABD’nin kurumsallaşmış bir özelliğidir. Yalnızca dinci-dindar kimlikleriyle öne çıkan başkanlar ve siyasetçiler değil, genel olarak ABD siyaseti dinle ilişkili ve etkileşimlidir. Bu ABD’nin kuruluşundan beri gelen bir özelliktir. Bush bu ayırt edici özelliğin en ileri ve son örneğidir. Oğul Bush Teksas Valisi iken Evangelist Hristiyanlarla girdiği politik ilişkileri, Baba Bush’un başkanlık kampanyalarında daha ileriye taşıdı ve kuvvetlendirdi. Oğul Bush ABD başkanlığına adaylığını koyduğu vakit, Evangelik cemaatler tarafından kuvvetle desteklenen biriydi. Başka bir deyişle Bush kitlesini, kitlesi Bush’u iyi tanıyordu. Tencere yuvarlanıp kapağını buluyordu. Bush yeni dinsel yükselişin talepleri olarak bayraklaşan eşcinsel evliliklerin yasaklanması, kök hücre çalışmalarının dine göre günah sayılması ve çalışmaların engellenmesi, insanın kökeninin evrim teorisi/bilimi yerine yaradılış inancına göre açıklanması ve bunun eğitim müfredatlarına konulması, kürtaj hakkının yüzgeri edilmesi, devlet okullarında dua okunmasının, ibadetin serbestleştirilmesini vb. savunup sahiplenerek başkanlık oylarını topladı. Hristiyan Evangelist ve Siyonist lobi ve cemaatlerin desteğiyle başkan oldu. Bush başkan seçildikten sonra dinsel gericiliğin taleplerini adım adım gerçekleştirmeye koyuldu. Milyarlarca dolarlık federal fon kaynağını, dini kurumların faaliyetleri için ayırdı. Konut ve şehirleşme fonlarından 8 milyar dolarlık bir kaynak kiliselerin kullanımına verildi. Yine federal fonlardan 60 milyar doları aşan bir kaynak dini cemaatlere aktarıldı. Bu fonlardan aslan payını elbette Bush’un da dahil olduğu evangelik cemaatler aldı. Evangelik cemaatler hem ekonomik ve hem de siyasi olarak Bush’tan nemalandı, Bush’ta onlardan.

IV. Dar Güncel Kadrajdan ABD’de Din, Bilim, Evrim

Yeni Ortaçağın/Engizisyonun Mantığı: ABD’de Bilime/Evrim Teorisine Karşı Savaş

Emperyalist burjuvazinin bilimi kötüye kullanması, bilimi tekelleştirerek etkin bir sömürü ve kitleleri cahilleştirme aracı haline getirmesi; bilim düşmanlığı ve dinsel gericiliğe sarılması; ‘yeni ortaçağ’ın dolaysız göstergelerinden biri oluyor. Burjuva aydınlanmasının temel problematiklerinin başında din-bilim ilişkisi ve bu ilişki karşısında burjuvazinin aldığı pozisyon gelir. Din-bilim karşıtlığı ve ilişkisi Avrupa’nın burjuva aydınlanmasında akıl, bilim ve modernizm lehine çözülür. Zira din gelişen burjuva sınıfın ve toplumun önemli bir ayak bağıdır. Eski toplumun ve aristokrasinin güçlü bir enstrümanıdır. Burjuvazinin sanayi toplumu, bilime ve akla ihtiyaç duyar. Burjuva aydınlanma yüzyılı bilime, akla öncelik verir, üstünlük tanır. Burjuvazi bilim ve akla dayanarak, din-bilim ilişkisini burjuva toplumun çıkarlarına göre yeniden düzenler. Bilim özgürlüğü, din ve inanç özgürlüğü, laiklik, liberalizm vs. burjuva aydınlanmasının ürünleridir. Aydınlanma değerleri olarak siyasal, hukuksal ve yasal metinler biçiminde kayda geçer. Burjuva düzenin temel yapıtaşları işlevi görürüler.

Amerika’nın burjuva aydınlanması, dinsel boyutuyla Avrupa aydınlanmasından bariz biçimde ayrılır. Amerikan aydınlanması farklı bir rotayı ve paradigmayı temsil eder. Anglo-Sakson laiklik paradigması, Amerika’nın burjuva aydınlanmasının ayırıcı yanını karakterize eder. ABD’nin kurucu ideolojisinin din-protestanlıkla belirlenen karakteri, bilimi dinin vesayeti altına sokar. Din ve inanç özgürlüğü kavramının özünü teşkil ettiği Anglo-Sakson laiklik paradigması dini-mezhepleri koruyan, gözeten bir karakterdedir. Amerika din-bilim ilişkisini, din ve inanç özgürlüğüne tanınan öncelik ve geleneksel pragmatik yaklaşım, dinin resmi ideolojiye referans oluşu vs. ABD’de dine büyük avantajlar ve ayrıcalıklar sağlar. Bilim özgürlüğü başından beri Amerika’nın resmi ideolojisinin vesayeti ve tasarrufu altında gelişir. Amerika’nın burjuva aydınlanması dinin gölgesinde gelişen bir aydınlanmadır.

Bu bağlamda, din-bilim ilişkisi ve savaşı Amerika’da hep süreğen ve aktüeldir. ABD büyük bilimsel-teknik buluşların, araştırmaların anavatanlarından biridir. ABD uzaya insan yollar, uzayı fetheden bir bilimsel arka plana sahiptir, ama aynı zamanda uzaya gönderdiği insanla tanrıyı kutsar. Bilimin sonuçlarını dine ve tanrıya tahvil eder. ABD, son çözümlemede bilimi tanrıya-dine bağlayarak topluma sunar. Bilimin başına tanrı tacı/haçı takmayı asla ihmal etmez. Bilime, bilimin sonuçlarına dinsel ve metafizik açıklamalar getirir, üretir, bulur. Bilimi ideolojinin bir uşağı haline getirir.

Halihazırda ABD’de bilime karşı esaslı ve kapsamlı bir savaş yürütülüyor. Dinsel gerici yükselişin başını çeken Bush ve neoconlar, aynı zamanda bilim düşmanlığının ve karşıtlığının da öncülüğünü yapıyor. Bush, bilimi kovmaya ve onun yerine dinsel dogmalara daha fazla yer açmaya çalışıyor. ABD’deki aktüel-konjonktürel bilim düşmanlığının odağında Evrim Teorisi, Evrimbilim duruyor. Evrim teorisi, ABD’deki genel ve güncel bilim düşmanlığının kalbini oluşturuyor. Brown Üniversitesi’nden biyolog Kenneth Miller, “Evrim karşıtı hareketin kullandığı dil, köktendinci Hristiyanlığa inanan geniş kitleler ile bilimin arasına bir hançer sokuyor. Bu da genç insanları bilimden uzaklaştırıyor. Onlara bilim camiasına güvenilmemesi gerektiği fikrini aşılıyor”(16) diyor. ABD’deki yeni dinsel yükselişin ana hedefi de budur. Bilime inançsızlığı ve güvensizliği geliştirmek, insanları-toplumu dinsel ve metafizik açıklamaları, dogmalara mahkum etmek. Bilime, akla, bilgiye, sorgulamaya, aydınlanmaya set çekmek...

Bush okullarda evrim teorisinin yanı sıra, eşit bir ağırlıkta, kutsal kitaptaki yaradılışın veya akıllı tasarım’ın (Intelligent Design) da öğretilmesini destekliyor, savunuyor ve bu konuda Texas Valisi olduğu dönemden beri etkin bir mücadele yürütüyor. Bush da evrim bilimi/teorisi karşıtı hareketi destekliyor. Dinsel cemaat ve guruplar öncülüğünde eyalet yasalarının değiştirilmesi, yaradılış veya akıllı tasarıma yasal bir himaye sağlanması talep ediliyor. Bir yandan yasal değişiklikler talep ve mücadelesi yürütülürken; öte yandan eyalet mahkemelerinden evrim kuramıyla yaradılış/akıllı tasarım’ın birlikte okutulması kararları peş peşe çıkarılıyor. Ohio, New Mexico ve Georgia gibi eyaletlerde yaradılış inancı ders kitaplarına girmiş bulunuyor.

31 eyalette yaradılışın/akıllı tasarımın okullarda ders olarak ve evrim kuramıyla eşit bir biçimde okutulması çabası tüm hızıyla sürüyor. Eyalet mahkemelerinin aldığı kararların Anayasa Mahkemesi’nden dönmemesi için yeni ve farklı bir yol izleniyor. 20. yüzyıl boyunca pek çok örnek davayla sınandığı ve yol kapandığı için, Hristiyan Evangelik cemaatler-kiliseler bu kez doğrudan evrim teorisinin kaldırılması, ders kitaplarından çıkarılması veya okutulmaması talebiyle ortaya çıkmıyor. Çünkü 1925’ten bu yana evrim teorisinin kamu okullarında ders olarak okutulmaması amacıyla Anayasa Mahkemesine yapılan tüm başvurularda yaradılışçılar, köktendinciler kaybediyor. Bu nedenle yeni dinsel gericilik amaca başka bir yoldan ulaşmak istiyor.

1950’lerde SSCB’nin bilimsel-teknik alanda gösterdiği başarı ve atılımlar, bilhassa 1957’de Sputnik uydusunu uzaya göndermesi, ABD’nin üzerinde güçlü bir baskı yarattı. Soğuk Savaş konseptiyle belirlenen sıkı rekabet-yarış her alanda boyutlandı. ABD bilimle, eğitimle ilişkisini yeniden yapılandırmak durumunda kaldı. 1950 ve 1960’lı yıllar ABD için eğitim, bilim, laiklik vb. alanlarda önemli reformların olduğu bir kesiti işaret eder. Kuşkusuz bu yeniden yapılandırma ve dönüşümlerde SSCB ile rekabetin payı büyük ve belirleyicidir. Çok önemli bir başka etken ise, Avrupa’dan Amerika’ya yaşanan bilim ve beyin göçüdür. Bu göçün hazırladığı koşullardır. 2. Paylaşım savaşı boyunca Avrupa’da Hitler zulmünden kaçan göçen büyük bilim insanları ABD’nin en büyük kazanımlarından biridir. Avrupa’dan ABD’ye yaşanan bilim ve beyin göçü Amerika’yı bilim ve teknoloji alanında kelimenin gerçek anlamıyla sıçratır.

2. Paylaşım Savaşı sonrası dönemde Amerikan Ulusal Bilim Fonu, kamu okullarında eğitimi bilimselleştirmek, çağdaşlaştırmak amacıyla bir dizi programa destek vermeye başladı. “Kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan Biological Sciences Curriculum Study (BSCS) eğitim programının değiştirilmesi çalışmaları için destek olan kuruluşlardan biriydi. Bilim adamları ve öğretmenlerle ortak çalışan bu kuruluş, bir dizi biyoloji ders kitabı geliştirdi. Biyolojinin değişik konularına değiniyor olmasına karşın evrim kavramını ana tema olarak işledi.”(17)

60’ların ortalarında kamu okullarında okutulmaya başlanan BSCS ders kitaplarıyla evrim teorisi ABD eğitiminin bir parçası haline geliyor. Günümüzde ABD’deki öğrencilerin yüzde 50’si BSCS’nin hazırladığı ve evrim teorisini işleyen kitapları okuyor, eğitim görüyor. Dolayısıyla ABD’deki öğrencilerin yarısı din-bilim kavgasının hedef kitlesini oluşturuyor.

Evrim teorisinin ders kitaplarına girdiği, bilimin Amerika’da prestij ve mevzi kazanarak geliştiği 60’lı yıllarda “Yaradılış Bilimi”, “Bilimsel Yaradılış” gibi kavramlar da ortaya çıktı. Bugünkü ‘Bilinçli Tasarım’ safsatasının atası sayabileceğimiz ‘Bilimsel Yaradılış’ kavramı 1965 yılında yine köktendinci Hristiyan kesim ve onların okulları, örgütleri tarafından piyasaya sürüldü. Bu yıllarda dinsel bağnazlığın evrim teorisi karşısında açık ve kesin bir paniğe kapıldığı görülür. Dinsel gericilik evrim teorisi şahsında bilime reaksiyoner bir tavır alır. Bilime karşı gelişen reaksiyoner tavır, tam bir Amerikan pragmatizmi yolu izler.

Yaradılış inancı bilimle eklektik bir biçimde yanyana getirilir. ‘Bilimsel yaradılış’ safsatası imal edilir. Bilime suikast yapılır ve kaza süsü verilir. Üstelik bu bilim adı, söylemi ve görüntüsüyle yapılır. Bilimsel yaradılış kavramı ve hareketi, ABD’nin dini ve bilimi nasıl kullandığının somut ve çarpıcı bir örneğini sunar. Dinsel bağnazlık ve ABD egemenleri bilimin gücünden yararlanır ve onu en kötü biçimde kullanır, bilimi sömürür.

Evrim teorisini düşman hedef ilan eden “yaradılış bilim”cileri veya “bilimsel yaradılış”çılar, evrim teorisinin ateizme, sosyalizme, Nazizme ve pek çok kötü, tehlikeli düşünceye, felsefeye referans olduğunu ileri sürüyor ve evrim teorisini yalancı, aldatıcı, insanlığı kötüye sevk eden bir bilim olarak gösteriyordu. Hakiki ve iyi bilim olarak ise, bilim süsü verilmiş dini, tek seçenek haline getiriyor ve sunuyordu. Bilimsel yaradılış safsatasının arkasında bir dizi güçlü, nüfuzlu Hristiyan örgütü, kiliseler, okullar, enstitüler vs. bulunuyordu. Yaradılışçı akımın akademik ve politik alandaki hareketi R. Reagan’ın başkanlık döneminde esaslı bir hamle yaptı. 1981’de Arkansas Eyalet Valisi 590 sayılı yasayı onayladı. Bu yasa “Yaradılış Bilimiyle Evrim Bilimine Eşit Davranış” başlığını taşıyordu. Doğal olarak, bu yasanın da arkasında çok geniş bir Evangelik Hristiyan kiliseler cephesi, diğer dinsel örgütler ve kimi akademik kurumlar duruyordu. ABD’deki Episcopal, Metodist, Katolik, Baptist kiliselerinin yanı sıra Amerikan Yahudi Kongresi gibi örgütler ve kimi akademik kurumlar bu geniş dinsel gericilik cephesinin bileşenleriydi.

Dinsel gericiliğin evrim teorisiyle yaradılış inancını, yani bilimle dini eşitleyen ve bu yolla dinsel inancı bilim katına yükseltmek isteyen yasal hamlesi, Anayasa Mahkemesi tarafından geçersiz sayıldı ve iptal edildi. Bu karar dinsel gericilik için büyük bir yenilgiydi. Ama dinsel gericilik, evrim teorisini eğitim alanında tasfiye etmek, bilim alanında iğdiş etmek ve kovmak amacından asla vazgeçmedi. Bilakis yeni yol ve yöntemlerle evrim ve bilim düşmanlığı sürdürüldü.

Yeni Ortaçağ’ın Dinsel Aklı Ve “Bilimi” : Akıllı Tasarım

ABD’de dinsel gericiliğin bilim düşmanlığı süreç içerisinde kendine yeni formlar ve söylemler buldu. Yaradılış Bilimi denen teolojik safsata 1989’da yeni bir ad ve isimle ortaya çıktı. Yaradılışçıların son “bilimsel buluşu” Akıllı Tasarım (Intelligent Design) safsatası oldu.

Bugün ABD’de bilim ve evrim düşmanlığı esasen akıllı tasarım miğferi altında yürütülüyor. 90’lı yıllarda akademik alanda yaradılışçı ana akımın bir parçası olarak gelişen ve körüklenen akıllı tasarım, Evangelist Bush’un başkan seçilmesi ve neoconların ABD’nin güncel ideolojik formatını belirlemesiyle güç kazandı. Etkisini ve yaygınlığını olağanüstü artırdı. Akıllı tasarım, ABD’nin sınırlarını hızla aştı. Yeni Ortaçağ’ın dinsel aklı küreselleşmeye başladı. Akıllı tasarım görüşü de ‘yaradılış bilimi’ gibi ABD’den tüm dünyaya servis edilmeye başlandı.

24 Ekim 2005’te ABD, Afrika ve Avrupa’dan yaklaşık 700 akademisyen -güya bilim insanı- Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’ta toplandı. Toplantının konusu ‘Darwin ve Tasarım’dı. Bu toplantı akıllı tasarım safsatasının bundan böyle emperyalist burjuvazi ve dinsel gericiliğin bilim ve evrim teorisi düşmanlığının temel vurucu silahı olacağına işaret ediyor. Akıllı tasarımın bilime karşı dünya çapında yürütülecek gerici savaşın teorik-ideolojik argümanı olduğunu gösteriyor.

Akıllı tasarım, ABD merkezli bir “teori”, “bilim” olarak dünyaya pazarlanıyor. Washington’daki Discovery Institute, akıllı tasarım çalışmalarını örgütlüyor. Kansas’ta Akıllı Tasarım Ağı (Intelligent Design Network) adlı bir merkez bulunuyor. Discovery Institute’un çalışmalarına 1989’dan bu yana dünyanın değişik ülkelerinden akademisyenler dahil ediliyor. Özellikle ABD üniversitelerindeki yabancı akademisyenler bu çalışmalarda örgütlendiriliyor. Akıllı Tasarım çalışmalarına katılan Türk akademisyenlerden Mustafa Akyol, akıllı tasarım görüşü etrafında örgütlenen ve bunu dünyaya bilim olarak yansıtmaya çalışan Discovery Institute için şu değerlendirmeyi yapıyor: “ABD’de bulunduğum dönemde Washington’daki Discovery Institute yöneticileri ile tanıştım. Bir Müslümanın da bu tartışmada yer almak istemesi onlar için önemliydi... Intelligent Design belirli bir dinin uzantısı olan bir görüş değil, sonuçta sadece canlılık yaratılmıştır ama yaratıcının kimliğine dair bir şey söylenmiyor. Çünkü bu bilimin alanı dışında kalan bir dini mesele. Bu dinlerarası entelektüel çatısı nedeniyle Intelligent Design’ı savunan insanlar var. Çoğunluk Hristiyan ama Museviler de var.”

Türkiye’de Adnan Oktar ve onun antikomünist tarikatı, Discovery Enstitüsü’nün safsatalarını Türkçeleştirip, Harun Yahya imzasıyla basıyor, ücretsiz dağıtıyor. Amerikan neocon çevreleriyle bağlantılı bu gerici çevre, AKP Hükümeti tarafından da destekleniyor. MEB de ders kitaplarından, zaten sınırlı evrim teorisi bölümlerini tasfiye etmeye uğraşıyor.

Dolayısıyla Amerikan yeni ortaçağı, yeni sömürgelerde de yansımalarını buluyor.

Dipnotlar

1- Şarkiyatçılık, Edward Said, s. 69

2- Çığrından Çıkmış Bir Dünya, Fikret Başkaya, s. 19

3- Kan Tadı, Haluk Gerger, s. 85

4- Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, Samuel P. Huntington, s. 64

5- Age, s. 65

6- Vanilyalı İdeoloji/Küresel Bellek Üzerine Denemeler, Yusuf Eradam, s. 44

7- Age, s. 37

8- Kan Tadı, Haluk Gerger, s. 86/87

9- Age, s. 88

10- Age, s. 89/90

11- Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, S. P. Huntington, s. 76

12- Age, s. 77

13- Age, s. 78

14- Age, s. 78

15- New York Times, 28 Ekim 2005

16- ABD’de Bir Evrim davası ve Burjuva Demokrasisi / Prof. Rennan Pekünlü. Bilim ve Gelecek, sayı 6, s. 16

Marksist Teori

Yaygın Süreli Yayın
Varyos Yay. San ve Tic. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Şengül Güneş Bali
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Şengül Güneş Bali

Bize Ulaşın

Çakırağa Mah. Çakırağa Cami Sokak Birlik Apt.
No: 8/10 Aksaray/İstanbul (0212) 529 15 94
E-posta: info@marksistteori.org Twitter: @mt_dergi